29 Aralık 2012 Cumartesi

Mayalara Göre Yaşam Amacınız ve Burcunuz

Bu senenin en çok konuşulan konularından biri şüphesiz ki Maya Takvimi. Mayalar doğdukları an takvimlerine baktıklarında hem yaşam amaçlarını hemde burçlarını öğreniyorlar ve bu özelliklere göre daha doğdukları andan itibaren burçlarının özelliklerine uygun bir hayat sürüyorlar.

Ben inceledim çok enteresan benzerlikler gördüm sizlerinde bakmanızı öneriyorum.

Lütfen aşağıdaki linki tıklayınız ve yaşam amacınızı ve burcunuzun özelliklerini öğreniniz.

www.mayaburcum.com




30 Kasım 2012 Cuma

Tanrı İle Değişik Bir Sohbet...

Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış. Adam şaşkın, Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.


Tanrı gülümsemiş,


"Ben hiçbir zaman 
sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, eleştirdiğin, kıyasladığın ve kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor." demiş.


Adam merakla sormuş: "Peki ya affetmezlerse ne olacak?


Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş ve "Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın."


Adam bir süre düşünmüş, "Peki, cennet nasıl bir yer?" diye sormuş Tanrı'ya.


"Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil." demiş Tanrı.


Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi. diye karşı çıkmış adam.


"Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır." demiş Tanrı.


Peki dünyaya döndüğümde doğru yola görmemde yardımcı olacak mısın?" diye sormuş adam.


Ben bunun için siz insanların içine "vicdan" denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz."



Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?" diye sormuş adam.



"Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım." demiş Tanrı. "Çünkü düşmanlarınız da Ben'im. Siz de Ben'im."



Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı'm?


"Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara." diye gülmüş Tanrı.



"Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? ve Ne kadar bilgi kazandınız?"





Alıntıdır...

23 Kasım 2012 Cuma

Şems-i Tebrizi'nin 40 Altın Kuralı


1-Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet ALLAH dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, ALLAH dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2-Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

3-Kur-an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki bâtıni manadır. Üçüncü, bâtıninin bâtınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4-Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin. Çünkü O; camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an, her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5-Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “Bırak kendini, ko gitsin.” Akıl kolay kolay yıkılmaz; aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler, yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!+6-Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7-Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8-Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9-Sabretmek; öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları; sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10-Ne yöne gidersen git; doğu, batı, kuzey ya da güney… Çıktığın her yolculuğu, içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11-Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12-Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13-Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca, şeyh, şıh var. Hakiki mürşit; seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14-Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak; hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15-Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire, eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab; noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır. Çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16-Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan, hatasıyla sevabıyla fâni insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan; ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

17-Esas kirlilik dışta değil, içte; kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik, kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18-Tüm kainat, olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır

19-Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20-Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek, beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21-Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22-Hakiki Allah aşığı, bir meyhaneye girdi mi, orası ona namazgah olur. Ama bekri, aynı namazgaha girdimi, orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan; suret ile yaftalar değil.

23-Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sûfi ne ifrattadır ne tefritte. Sûfi daima orta yerde…

24-Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi; attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25-Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu anda burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26-Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27-Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır; şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28-Geçmiş; zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sûfi daima şu anın hakikatini yaşar.

29-Kader; hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “Ne yapalım, kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader; yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.

30-Hakiki sûfi öyle biridir ki; başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sûfi kusur görmez, kusur örter.

31-Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise -ne yazık ki- daha da sertleşerek çıkar.

32-Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

33-Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen “hiç” ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan; dışındaki biçim değil, içinde ki boşluk ise; insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

34-Hakk’a teslimiyet, ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35-Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin, içindeki münkirle tanışmalı; Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla… İnsan-ı kâmil mertebesine varana kadar, gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36-Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!

37-Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

38-”Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık! Her an, her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39-Noktalar sürekli değişse de, bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için, bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini, bir dürüst insan alır. Hembütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır; merkezinde… Hem de bir günden bir güne, hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sûfi için bir sûfi daha doğar.

40-Aşksız geçen bir ömür, beyhude yaşanmıştır. “Acaba ilahî aşk peşinde mi koşmalıyım; yoksa dünyevi, semavi ya da cismani?” diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır; hasretinde.

Şems-i Tebrizi

31 Ekim 2012 Çarşamba

TİBET DİN ADAMINDAN MAHŞER HAKKINDA NASA'YA GÖNDERİ

MUTLAKA OKUYUN.!!! 

TEDİRGİNLİĞE ENDİŞEYE GEREK YOK SADECE BİLİNÇLENİN VE DİNGİNCE SEVGİYLE DAİM OLUN...

21 Aralık 2012 hakkında NASA'nın merkez laboratuvarına Temmuz 2012'de bu bilgi ulaştı.

Bu bilgiyi akraba, dost ve onu alabilecek herkese hemen ulaştırın.

NASA'dan belirttiklerine göre, yakında Dünya Galaksinin SIFIR HATTINDAN geçecektir.

1. Sonbahar ve kış 2012/2013 Tibet'te ve tüm Kuzey yarım küresinde sıcak olacaktır. 21.12.2012'de Dünya tüm galaksi sistemiyle birlikte galaksinin SIFIR HATTINDAN geçmeye başlayacaktır. O ise hiç bir enerjinin yayılamadığı, elektromanyetik alanlarının olmadığı ve tüm cisimlerin durgunluğa uğradığı bir ortam oluşturacaktır.

2.Tüm Dünyada, bir kaç dakikada, Moskova saatiyle saat 10'da, 21.12.2012'de

* Tam karanlık çökecek,
* Tam sessizlik olacak
* Işık, elektrik, iletişim, ses-hepsi yok olacaktır.

3.Bu karanlığın içinden uzaydan göklerde bir karmakarışıklık gözlemlenecek, bir kaç gün sonra ışık patlamaları başlayacak bu da üç-dört gün sürecektir. Korkmaya ve kendini yıpratmaya gerek yok. Buna kendini herkes hazırlamalı.

4.Sonra Güneş ışığı yine gözükecektir. Dünya görülür olacak ve eski haline dönecektir. Hayvanlar Uzay Karanlığını önceden hissedeceklerdir ve deliklere çekileceklerdir. Şehirlerdeki insanlar hissedemeyecek o yüzden kurban gidenler ve aklı hasara uğrayanlar olacaktır. Dünyanın yüzde 10 o günlerde ölebilir.

5. Bu olaya hazır olunması gerekmektedir, 2012 yılın işlerini bitirmek, yeni işe başlamamak, borçları ödemek.

6. 20.12.2012'de çocuklar, para ve belgeler alınarak şehirlerden uzaklaşılmalı ve doğaya çıkılmalıdır. 
İki aylık bir erzak hazırlanmalı, zira elektrikler uzun süre devreye giremeyeceklerdir. Eve su bolca alınmalı, odun ve mumlar hazırlanmalıdır. Evde bir ocak hazır bulunmalı, çünkü elektrikler 21.12.2012'de kablolardan akışını durduracak. Televizyon ve telefon olmak üzere bir şey çalışmayacak. Karanlık günlerde pencereler kalın siyah örtülerle örtülmeli, onlara bakılmamalı, gözün gördüğü, kulağın duyduğuna inanılmamalı, sokağa çıkılmamalı. Mecbur kalındığında çok yakın mesafelere çıkılır. Uzak gitmek tehlikelidir, zira kaybolma riski yüksektir.  Bu bilinmeli: objelerden ışığın yansımamasından kaynaklanan sıkı karanlıkta kendi elini görmek bile mümkün olmayacaktır. Korkmayınız, Kendinizi buna hazırlayın.

7. Güneş ışığı aydınlandıktan sonra şehirlere dönmeye acele edilmemeli, imkan varsa yaza kadar doğada kalınması iyi olacak.
Dünyanın SIFIR HATTAN çıkışı 7 Şubat 2012'de beklenmektedir. O zaman yavaşÇa elektrikler kısım kısım verilmeye başlayacaktır toplu taşıma araçları da faaliyetine başlayacaklardır. Martın sonunda Dünya tamamen eski haline gelecektir. Trenler yürüyecek, uçaklar uçacaktır.

8. Dünyanın tüm devletleri, farklı kaynaklardan SIFIR HAT hakkında bilgiler almışlardır, fakat kendi vatandaşlarına yardım ya edemeyecekler, ya da istemeyecekler. Sivil koruma örgütleri bir şey yapamayacak, zira hiç bir şey çalışmaz olacaktır.
Bu durumda sadece Yaradana güvenin ve de kendinize.

9. Dünyanın SIFIR HAT'tan geçişinden sonra, insanların görüşleri ve yaşamları değişecektir.  Manevi değerler üstün olacaklardır. İnsanlar ebedi ahlaki ve manevi değerler hakkında düşünür olacak, devletlerde bilim, ahlak, maneviyat, tıp patlak verecektir. Birey önemli hale gelecektir.

Ve öyle de yeni bir çağın başlangıcı sayılacak bu dönem insanlığın manevi ağırlıklı ilerlemeye koyulduğu bir yeni çağın başlangıcı olacaktır.

Alıntıdır...

15 Ekim 2012 Pazartesi

Tanrı’dan Bir Aşk Mektubu

Herkes kendini tamamen birine vermeyi, karşısındakiyle arasında güçlü bir manevi bağ kurabilmeyi, gerçekten sevilmeyi ister ama ben buna “Hayır” diyorum. Yalnız olmaktan tatmin olana, keyif alana ve mutlu olana kadar, kendini tam anlamıyla ve koşulsuzca Bana teslim etmeden önce senin için planladığım özel ve sıra dışı ilişkiye hazır olamazsın. Plan yapmaya, dilekte bulunmaya bir son vermeni ve Benim sana var oluşun en heyecanlı planını aktarmama izin vermeni istiyorum. Senin için en iyisini istiyorum. Bunu sana Benim getirmeme lütfen izin ver.

Her şeyin en iyisini beklerken Bana dikkat etmen gerekir. Benim sağladığım tatmin olma duygusunun tadını çıkar. Sana söyleyeceğim şeyleri dinlemeye ve bunlardan bir şeyler öğrenmeye devam et . Sadece bekle, hepsi bu, tedirgin olma, endişelenme, istediğin şeyleri bulma ümidiyle etrafına bakıp durma. Sadece Bana bak aksi takdirde sana göstermek istediğim şeyleri göremezsin. Ve sonra hazır olduğunda da seni hayal ettiğinden de harika bir aşkla şaşırtacağım.

Senin için belirlediğim kişi için hazır olana kadar (ki şu anda bile ikinizin aynı zamanda hazır olması için uğraşıyorum), her ikiniz de Benimle ve sizler için hazırladığım hayatlarla tatmin olana kadar Benimle olan ilişkinizin uyumunun bir benzeri olacak sevgi deneyimini tatma şansın olmayacaktır. 


Bu Gerçek Aşk’tır.


Evet, senin bu harika sevgiye sahip olmanı istiyorum. Benimle olan ilişkinin diğer bir insanda tezahür ettiğini görmek ve sunduğum güzellik, kusursuzluk ve sevginin sonsuz birliğinin elle tutulur bir şekilde keyfine varmak istiyorum. 

Seni sınırsız sevdiğimi bil, b
una inan ve mutlu ol.

Sevgiler,

Tanrı

(Aşkın Çekim Kanunu kitabından….) 

10 Eylül 2012 Pazartesi

Bilinçaltımızın Önemli Özellikleri...

1- Bütün anıları depolar. Hiçbir şeyi silmez. Ana rahminden ölene kadar… Geçici olan ve geçici olmayan her şeyi kaydeder. 0–7 yaş arasında kritik akıl faaliyette olmadığı için her şey doğrudan bilinçaltına kaydedilir, doğru-yanlış, güzel-çirkin, ahlaklı-ahlaksız ayrımı olmadan… Kayıt anında anlamsız olsa bile ilerleyen dönemlerde kaydedilene, yaşantılar sonucu bir anlam yüklenir ve bu anlama göre kişinin tepki vermesi sağlanır.                                                                                

2- İlişkilendirmeler, genellemeler yapar. Benzer şeyler ve düşünceler arasında bağlantılar kurar ve hemen öğrenir. Bu özellik çoğu zaman kişiyi zor durumda bırakır. Örneğin belli bir köpek yüzünden gerçekleşen korku yaşantısını bütün köpeklere genelleyerek bir fobi yaratabilir. Bir başka örnek: bahar aylarında acı bir kayıp yaşayan kişinin bilinçaltı bu acı ile baharı birbirine bağlayarak kişiye yıllarca süren bir döngüsel depresyon yaşatabilir. Çoğu zaman insanlar yıllar önce olan o olayı unutmuş olsalar bile bilinçaltı unutmaz.

3- Tüm anıları organize eder. Bunun için de zaman çizgisini kullanır. Bilinçaltı geçmiş, şimdi ve gelecek zamanı farklı yerlere kodlar. Örneğin geçmiş zaman, bazıları için arkada, bazıları içinse sağ veya sol yanda olabilir. Gelecek ise önünde uzanmış olabilir. Özellikle geçmiş ile ilgili hatıraların kodlandığı yer yaşanan birçok problemin kaynağı teşkil eder.

4- Çözümlenmemiş, olumsuz duygu yüklü anıları bastırır. Amacı kişiyi korumaktır. Yine de baskılanmış bu anılar ile ilgili semptomlar yaratmaktan da geri kalmaz. Örneğin kişinin yaşadığı taciz olayını bastırır ama kişinin kirlenmişlik hissini temizlik takıntısı ile dışa vurur. Bunu klasik bir obsesif-kompülsif durum olarak görürseniz tedavi şansınız kalmaz. Bu davranışı baskılasanız bile ya bir süre sonra yeniden ortaya çıkar ya da şekil değiştirir.

5- Bastırılmış anıları çözüm için sunar. Bir davranışın neden yapıldığını açıklamak ve “sahibini” korumak için bunu yapar. Ama sunduğu anının, o davranışla ilgili olması gerekmez. Sadece mantığınıza yatması ve o duygusal tepki için “sahibine” hak vermeniz yeterlidir.

6- Bedeni işletir. Bunun için detaylı bir planı vardır: Vücudun şimdiki halinin ve mükemmel sağlığın planına sahiptir. Bu nedenle bilinçaltının yarattığı psikosomatik rahatsızlıkları yine bilinçaltının yardımıyla gidermek mümkündür. Bazen bunu kendisi de yapar. Örneğin sınav kaygısı yüksek bir öğrencinin bilinçaltı kaygıyı yaratan sınavdan sahibini korumak için bağırsak sistemini bozabilir, o geceyi acilde baygın geçirtebilir, elleri ayakları, sanki sinir ucu iltihaplanması varmış gibi tutmaz olabilir vs. Ve sınav saati gelip geçtiğinde sahibini tekrar eski haline getirebilir. Aynı zamanda Yüksek Benliğin işleyişini kontrol eder.

7- Bedeni korur. Bedenin bütünlüğünü korur. Hücre düzeyinden sistemlere, sistemlerin uyumlu çalışmasına kadar bütün bedenin işleyişini bir an bile bırakmaksızın kontrol eder. Siz nefes almayı unutabilirsiniz ama o unutmaz.

8- Duyguların hâkimidir. Bilinçaltı tüm duygularımızın kaynağı ve yerleştiği yerdir. İnsan duygudan bir an bile çıkamaz. Bir duygu durumundan bir başkasına geçer ve bütün davranışların altında duygular vardır. Bilinçaltı olaylar ve duygular arasında bağlantılar kurar. Kurulan bu bağlantılar ve yüklenen anlamlar davranışlarımızın gerçek sebepleridir. Bir davranışı değiştirmek için ona yüklenmiş anlamı göz ardı eden yaklaşımlar, bilinçaltı karşısında yetersiz kalmaktır. Örneğin eğer sigaraya kendine güven gibi bir anlam yüklenmişse, bu anlamı yükleyebileceği yeni bir davranış seçeneği sunmazsanız sigarayı bırakmanıza izin vermez. Bulunan davranış seçeneğinin de en az sigara kadar kolay ulaşılabilir olması gerekir.

9- Son derece ahlaklıdır. Size öğretilen ve içinde yetiştirildiğiniz ahlaksal yapıya sıkı sıkıya bağlıdır. Tersi davranışlarda yaşanan suçluluk duygusu bazen bir ömür boyu sürer. Bu kez de bilinçaltı kişiyi cezalandıracak bir hastalık veya bir mahrumiyet yaratabilir.

10- Hizmet etmekten hoşlanır, gerçekleştirmek için net ifadelere ihtiyaç duyar. Bilinçaltı sahibi ne isterse sahibine onu verir. Yalnız bilinçaltı çok istediğimiz veya hiç istemediğimiz şeylere, yani iyi konsantre olduğumuz şeylere ulaşmamızı çabuklaştırır. Bundan dolayı Hipnozda kişi hep olumlu olana, istenen duruma yönlendirilir.

11- İstenene ulaşılması için kaynaklar üretir, muhafaza eder, dağıtım yapar ve “enerji” iletir. İsteme noktasında dikkatli olmak gerekir. Sürekli ölmek istediğini söyleyen biri, sonunda bilinçaltını tedavisi çok zor ya da imkânsız bir hastalık yaratmaya itebilir.

12- Negatif olanı doğrudan işleme koymaz. Konuşma dilindeki olumsuzluk eklerini algılamaz. Örneğin “artık korkmak istemiyorum” sözünün bilinçaltı için doğru versiyonu şu soruya verilen cevapta saklıdır: “Korku duygusu yerine hangi duyguyu yaşamak isterdin?”  

13- Bilinçaltınıza ne ekilirse onu biçersiniz. Özellikle çocukluk döneminde çevre kişiye nasıl davranmış ise bilinçaltı bunları benimser. Kişiye ve kişinin çevresine aynı davranışları yansıtır. Bu nedenle birçok insan anne ve babaları gibi olmayacaklarını bilinçli tercihleri olarak dile getirseler bile, yaşları ilerledikçe anne ve babalarına benzerler.  Bilinçaltı kendini nasıl algılıyorsa kişinin davranışlarını da bu algılar doğrultusunda belirler. Bilinçaltı algılar hipnoz ile değiştirildiğinde istenmeyen davranışlar da değişir. Kısacası bilinçaltınız ne ise davranışlarınız da o olma durumundadır.

14- Tüm algıları gerçekleştirir ve kontrol eder. Bunlar alışılmış, olağan algılar olabildiği gibi telepatik algılar da olabilir. Örneğin uzaktaki bir sevdiğinizi sebepsiz düşünmeye başladığınızda o kişiden bir telefon alabilirsiniz. Ya da bir rüya ile olabilir bu… Bu algıları alır ve onları bilinçli zihne gönderir.

15- İçgüdülerden sorumludur ve alışkanlıklar üretir. Alışkanlıklar aslında üçe ayrılabilir: İyi, kötü ve günlük alışkanlıklarımız. Bunların kontrolü tamamen bilinçaltındadır. Bilinçli olarak yapmaya başladığınız bir davranışa, bilinçaltı bir duygu yükleyerek kaydeder ve davranış tamamen onun kontrolüne geçer. Bu nedenle bu derinlikteki sigara alışkanlığınızı bırakamazsınız… Bıraktıktan bir süre sonra geri dönüşler olur.

16- Bir davranış yer edene kadar tekrarlamaya ihtiyaç duyar. Bir kez yer ettikten sonra da davranışı bırakmaz. Çünkü değişimden ve yenilikten nefret eder. Geçmişteki duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirmeyi sevmez. Geçmişteki olaylara verdiği tepkileri, yeni olay ve durumlar farklı olsa da sürdürür. Bu da aslında sahibini sıkıntıya sokar. Örneğin çocukken büyüklerin yanında bir davranıştan dolayı birkaç kez yüzü kızaran biri, artık istemese de her otoriteyi temsil eden insanların karşısında aynı durumu yaşatabilir.  Bilinçaltı değişim yönünde tembeldir. Bir kez doğru olduğunu kabul ettiği bir inanç edindikten sonra o inancı destekleyen bilgiler dışındakilere karşı kendini kapatır. Zaten bu nedenle “sokma akıl yedi adım gitmez” der atalarımız. Yani nasihatin çoğunlukla işe yaramamasının sebebi budur.

17- Bilinçaltı oldukça inatçı, ısrarcı ve sabırsızdır. İhtiyaçları karşılanana kadar bir bebek bıkmadan ağlar.

18- Durmaksızın daha fazlasını aramaya programlanmıştır. Her zaman keşfedecek daha fazlası vardır. Bilinçaltı çocuk merakıyla 7 gün 24 saat durmadan çalışır.

19- En iyi şekilde bir bütün olarak çalışır. İşlev için bölümlere ihtiyaç duymaz.

20- En az çaba ilkesiyle işlevini yerine getirir. En az dirençli yolu izler. En az çabadan kasıt, işlevini yerine getirirken gerektiği kadar enerji ve zaman kullanımıdır. Ne daha az ne daha çok.

21- Semboliktir. Sembolleri kullanır ve onlara karşılık verir. Bilinçaltı bir sembolle birçok anlam ifade edebileceği gibi birçok resimle bir anlam ifade etmeye de çalışabilir. Hatta psikolojik sorunlar ve hastalıklar da aslında bilinçaltının sembolik dilini kullanarak mesaj verme biçimi olabilir. Örneğin bilinçaltındaki statü kaybetme korkusu, yükseklik korkusu ya da uçak korkusu olarak kendini ifade edebilir.

22- Her şeyi kişisel olarak yorumlar. Bilinçaltının en büyük kaygı nedeni bireyin kendisidir.

23- Her şeyi abartmak bilinçaltının doğasında vardır. Çünkü en fazla altı yaşındaki bir çocuk gibi hareket eder. Ve çocuk merakıyla öğrenir. Merakını gideremez ise saldırganlaşabilir.

24-  Bilinçaltı başarısızlığı asla kabul etmek istemez. En büyük korkusu başarısız duruma düşmektir.

25-  Bilinçaltı bilinci suçlayabilir, uyarabilir ve cezalandırabilir. Tüm bu faaliyetlerinin amacı kişinin benliğini korumaktır. Bilinçaltı bu koruma görevini yaparken bazen kişiye zarar verebilir. Çünkü bilinçaltı her türlü tehlikeye karşı kişiyi koruma üzerine programlanmıştır. Tehlikenin hayali veya gerçek olması onun için fark etmez… Sırf bu görevini yerine getirmek için mutlu anlarımızdan daha çok mutsuz anlarımızı kaydeder. Amacı aynı hatayı tekrar yapmamızı engellemektir ama bu olumsuzluklar biriktikçe bizi depresyona kadar götürebilir. Hatta geçmiştekine benzer bir görüntü yaratıp bizi bir hayale karşı da koruyabilir. Olumsuz hatıralara karşı korur.

26-  Bilinçaltı kendine yalan söyleme konusunda pek başarılı değildir ama yalan söylemeye devam eder. Söylediği yalanlara kendini inandırmak için kişiyi bazen anormal duygu düşünce ve davranışlara yönlendirebilir. Belki de Jung “Gizli nevroz taşıyan birçok kişi akıl hastalığına, sanki diğerlerinin daha az deli olduklarını kanıtlamak için yakalanırlar.” Derken bunu söylemek istemiş olabilir.

27-  Bilinçaltı zaman algısına sahip değildir. Bu kritik aklın gelişimiyle ortaya çıkar ve bir sol beyin faaliyetidir. Örneğin 7, bazen 9 yaş altındaki çocuklar istenmeyen bir davranış yaptığında bir ceza verilecekse hemen o davranışı takiben verilmelidir. Ertelenen ceza uygulamaya konduğunda, o olayı çocuk çoktan sildiğinden cezayı neden aldığını anlamlandıramaz. Ve daha sonra istenmeyen davranış tekrarlandığında bu kez cezayı veren ya cezanın şiddetini artırır ya da bu çocuk adam olmaz deyip yılgınlık yaşayarak pes eder. Aynı şey istenen davranış gözlendiğinde ödüllendirme için de geçerlidir. Buna dikkat edildiğinde çocuk davranışı ile ödül/ceza arasında bir bağlantı kurabilir.

28-  Bilinçaltı şimdiyi yaşarken aynı zamanda geçmişi de yaşayabilir. Bu olduğunda özellikle travmatik yaşantıları olanlar için çok zorlayıcıdır. Geçmişte yaşanan bir acı verici olayı bütün yönleriyle sürekli yaşamak kişiyi intihara kadar götürebilir. Aslında benzeri olaylara karşı bireyi koruma çabası kişiye bu derece zarar verir. Yıllarca depresyondan çıkamayan insanların yaşadığı da budur.

29-  Tüm psikolojik sorunlar bilinçaltı tarafından oluşturulur veya ilk kaynakları bilinçaltıdır. Hepsinin kişiye ve onun çevresine mesaj veya mesajları vardır. Bu anlaşılmadıkça bilinçli çabaları içeren müdahaleler genellikle sorunları çözmekte yetersiz kalır.

30-  Bilinçaltı benliğin kendilik değerini tehdit altında hissederse kendilik değerini arttırmak yerine başkalarını değersiz kılıcı duygu, düşünce ve davranışlara yönelebilir.

31-  Bilinçaltı, bazı olumsuz şartlar ve duygular tarafından sıkıştırıldığında veya aşırı yüklendiğinde genellikle zincirin en zayıf halkasından kopması gibi bilinç düzeyine en yakın duyguları harekete geçirir.

32-  Bilinçaltı, bilinci dengeler. Jung “Bilinç dışa dönük olduğu zaman, bilinçdışı içe dönüktür, bilinç içe dönükse, bilinçdışı dışa dönüktür.”der. Bunu şöyle kontrol edebilirsiniz: Kalabalıkta gözlerinizi kapatın ve o an nelere dikkat ettiğinizi fark edin. Sonra gözlerinizi açın ve bir süre sonra dikkatinizi nelere odakladığınızı fark edin.

33-   İster bilinçli ister bilinçdışı görünsün her davranışın altında, bilinçaltı bir motivasyon mutlaka bulunur. Tembelliğin bile.

34-  Bilinçaltında bir olayın sonuçları aynı olayın nedenlerini oluşturabilir. Yani korku daha büyük korku doğurabilir.

35-  İyi canlandırılmış bir hayal ile gerçeği birbirinden ayırt edemez. Ve hayale de gerçekmiş gibi tepki verir. Bunun en iyi örneği rüyalardır. Rüyayı gören bilinçaltıdır. Ve o kadar canlı gerçekleştirir ki bunu, rüyanın içeriğine uygun olacak şekilde bedensel tepkilerimizi yeniden düzenler. İşte bilinçaltının bu özelliği hipnozu verimli kılar.

36-  “Öyle insanlar vardır ki yaşamlarının gerçek anlamı, gerçek önemi bilinçaltındadır. Bilinçli zihinleri aldatmadan ve yanılgıdan ibarettir.” Carl Gustav Jung

37-  Her bir düşünce veya fikir, bir fiziksel reaksiyona neden olur. Kişinin düşünceleri bedeninin tüm fonksiyonlarını etkileyebilir. Örneğin Endişe içerikli düşünceler, midede birtakım değişimler yaratarak ülsere yol açabilir. Öfke içerikli düşünceler, böbreküstü bezlerini uyararak, kandaki adrenalini arttırır ve birçok beden değişimlerine neden olur. Kaygı ve Korku en hafifini söylemek gerekirse kişinin nabzını etkiler. Duygusal içeriği yoğun olan fikirler genellikle kolayca bilinçaltına ulaşır. Bir kez bilinçaltına ulaşınca, bu düşünceler tekrar tekrar aynı vücut reaksiyonlarını oluşturur. Bu da fiziksel rahatsızlıklara yol açar. Bu kronikleşen olumsuz vücut reaksiyonlarını ortadan kaldırmak için bilinçaltına ulaşmak ve bu duruma yol açan fikri değiştirmek gerekir.

38-  Kabul edilen fikrin kendini gerçekleştirme eğilimi vardır. Beyin ve sinir sistemi sadece zihinsel görüntülere tepki verir. Bu zihinsel görüntünün nereden geldiğinin bir önemi yoktur. Bu zihinsel resim bilinçaltı için bir asıl plan olur ve bu planı gerçekleştirmek için çalışmaya başlar. Korktuğumuz şeyin başımıza gelme sebebi budur. Ona ait resmi farkında olmadan bilinçaltımıza yerleştiririz ve bilinçaltımız o resmi bizim için gerçeğe dönüştürür. Ta ki resmi değiştirene kadar… Örneğin birçok insan, çok kötü bir şeyin başlarına geleceğini düşündüren bilinçaltı zihinsel beklenti olarak da tanımlanabilen, kronik anksiyeteden şikâyet eder. Oysa olumlu zihinsel beklentiye sahip insanların daha az hasta oldukları da bir gerçek. Bizim fiziksel sağlığımız tamamen zihinsel beklentimize bağlıdır.

39-  Hayal bilgiden çok daha güçlüdür. Hipnoz yaparken hatırlanması gereken çok önemli bir kural vardır: Hayal, sebebi etkisiz kılar. Örneğin kıskançlık nedeniyle işlenen cinayetlerin hemen hemen hepsinde katilin zihninde aşırı hareketli görüntüler vardır. Gerçek olmadığı bilgisi tepkisine engel olamaz.  Genellikle düşünceye eşlik eden güçlü bir duygu örneğin, öfke, nefret, sevgi veya politik ya da dini inançlar ile hayal birleştiğinde değiştirilmeleri imkânsız hale gelmektedir. Bu durumda hipnozu kullanarak, bilinçaltındaki resimleri ortadan kaldırabilir veya daha iyi hale getirebiliriz.

40-  Bilinçaltı tarafından bir fikir kabul edildiğinde, kabul edilen fikir, başka bir fikirle değiştirilene kadar olduğu gibi kalır. Bununla birlikte bir fikir bilinçaltında ne kadar uzun süre kalmışsa yerine geçecek fikrin o derece muhalif olması gerekir. Bir fikir bilinçaltı tarafından kabul edildiğinde, artık o değişmez bir düşünce kalıbı haline gelir. Örneğin bazıları sinirlendiklerinde daha sakin olabilmek için içki, sigara veya bir sakinleştirici almaları gerektiğine inanırlar. Bu doğru değildir ama fikir oraya, bilinçaltına saplanmıştır. Doğru fikirlerle değişmesi için muhalefet gerekmektedir. İyi ve kötü alışkanlıklarımız da bu şekilde yerleşir. Önce bir düşünce ve onu takip eden bir davranış gelir. Alışkanlıklarımızı değiştirmek istiyorsak, önce düşüncelerimizi değiştirmemiz gerekmektedir.

41-  Her bir telkin, bir önceki başarılı telkinden sonra daha kolay kabul edilir. Örneğin kişi göz kapaklarının ağırlaştığını kabul ettikten sonra onları açamayacağını kabul etmesi daha kolay olacaktır. Ya da birine sürekli salak ve beceriksiz olduğu söylendiğinde kişi bunu kabul edince başarısız olacağını da direnmeden kabul eder. 

42-  Duygusal nedenlerden kaynaklanan bir semptom, eğer uzun süre varlığını devam ettirirse organik değişime neden olur.  Birçok bilim adamı hastalıkların çoğunun organik değil, fonksiyonel olduğunu kabul etmektedirler. Bilinçaltının olumsuz düşünceleri, sinir sistemini etkilemekte ve bunun sonucunda organların fonksiyonlarını yitirmesine neden olmaktadır. Eğer hastalıktan korkar, her zaman ağrıyan mideden veya gergin baş ağrılarından bahsederseniz, organik değişiklikler olmaya başlar.

43-  Bilinçaltı ve onun fonksiyonları ile iletişim kurma esnasında bilinç ne kadar çalışırsa bilinçaltı da o kadar az cevap verir.  Bu durum hipnoz uygulamasında iradenin neden var olmaması gerektiğini açıklar. Uyumak için kendini zorlayan birinin bir türlü uyuyamaması bu nedenledir. Ve bu tam tersi için de gereklidir. Uyumamalıyım diyen biri uyanık kalmak için kendini zorladıkça uykuya yenik düşer. 

Bunlar size de tanıdık geliyor mu?

Sevgiyle Kalın...

(Alıntıdır)

6 Eylül 2012 Perşembe

YAŞAMAK YÜREK İSTER...

Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir.

Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu 
değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çok kendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker.

Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar.

Korku kendine acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya baslar yaşamdan korktukça. Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar.

Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.

Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini.

Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için bir tek adım bile atmaya yetmez cesareti. Ona sevinci gösterseniz; "ya sonra" diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene ayni sorudur onun aklını kurcalayan; "ya sonra"! Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; "ya sonra". Bilinmeyen bir "ya sonra" için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır. "Sonrası umurumda bile değil" deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar; çektikleri acılardan söz ederler.

Acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında.

Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşayamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.

YAŞAMAK YÜREK iSTER...

Oscar Wilde

1 Eylül 2012 Cumartesi

Yaşam Senin Yaşamın...!!!

Yaşam senin yaşamın, nasıl yaşayacağına da sen karar vermek, hayatını yaşamak deneyim kazanmak zorundasın. 

Eğer hayatına hükmedilmesine izin veriyorsan yaşamını kaçırır hayatını yaşayamazsın. Ve bu yaptığının adı tek kelimeyle kendi hayatına ihanettir. Baskı ve hayatına müdahale dışarıdan gelir, ancak yaşam senin içindedir.

Her şeye hayır demek de değil benim dediğim, bunun da pek faydası olmaz, ben kalbinin sesini dinlemeni bağımsız bir ruha sahip olman gerektiğini söylüyorum. Baskıyı yönetilmeyi kabul edenler hep bir baba figürü ararlar kendilerine, ne yapıp yapmayacağını söyleyecek olan, bu da güven eksikliği ve hayatı kaçırmak demektir.

Hadi artık yeterince yaşamadınız mı..!!! Bu güne kadar ne yapıyordunuz ve olmuyordu? Gelin birlikte sizin yaşam amacınıza uygun olanı, yani zamanında seçtiğiniz hayatı yaşayabilmenizin yolunu birlikte bulalım...

Emin olun çok kolay bu güne kadar yaşadığınız hayatın içinde çok açık bir şekilde size gösteriliyor. Sadece doğru bakış açısında bakmak yeterli...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

En Büyük Zenginlik Az Şeye İhtiyaç Duyabilmektir.

Huzursuzluktan kurtulmak için düşünmekten daha iyi birkaç yol vardır. 

Yaşadığımız sorunu kağıda dökerek ya da birilerine anlatarak onu daha bir net kavrarız. Kavradıktan sonra da sorunun kendisini olmasa bile, bize sıkıntı veren yanlarını, bizde yarattığı kafa karışıklığını ve şaşkınlığı ortadan kaldırabiliriz. Filozofun iddiasına göre, eğer insan ölüm üzerine mantıklı düşünürse, ölümden
 sonra bizi kaygısız bir uykudan başka bir şeyin beklemediğini anlardı. ( Kİ BEN FİLOZOF İLE TABAN TABANA FARKLI DÜŞÜNÜYORUM ) Önceden asla keşfedemeyeceğimiz bir durum üzerine bu kadar kafa yorup kaygılanmak hiç de anlamlı değildi.

“Yaşamıyor olmak hiç de korkunç bir şey değil; bunu tam anlamıyla kavramış bir insan için hayatta katlanılamayacak hiçbir şey yoktur.” Varlıklı olmak tabii ki insanı mutsuz etmezdi ama Epikuros'un savının özü şuydu:

Paranız olduğu halde dostlarımız, özgürlüğümüz yoksa ve yaşadığımız hayat üzerine inceden inceye kafa yormuyorsak asla "gerçek anlamda mutlu" olamayız. Bütün bunlara sahip olduğumuz halde paramız yoksa, o zaman da asla mutsuz olmayız.” Epikuros gereksinimlerimizi üç gruba ayırıyordu : Arzuladığımız şeylerden bazıları doğal ve gereklidir. Bazıları da doğal ve gereksiz. Tabii birde ne doğal ne de gerekli olan istekler vardır.

Doğal ve gerekli olanlar ; özgürlük , dostluk
Doğal ama gereksiz olanlar; büyük bir ev, yemek daveti
Doğal ama gerekli değil; güç , ün gibi

Yani, çok zengin olursak mutsuz olmayız, ancak, Epikuros'un ısrarla vurguladığı gibi, daha fazla paraya sahip olmamız, sınırlı bir gelirle yaşayan insanlardan daha mutlu olacağımız anlamına gelmez. … Epikuros'a göre insan fiziksel bir acı duymadığı zaman mutluydu. “Azla mutlu olmayan insan hiçbir şeyle mutlu olamaz” Ben şöyle değiştirmeyi daha uygun buluyorum bu cümleyi;

En büyük zenginlik az şeye ihtiyaç duyabilmektir.

Sevgilerimle,

Bu Olumsuzluk, Niçin Benim Başıma Geldi.!!!


Her insanın hayatında çözülmesi gereken, bedensel, duygusal, zihinsel ve ruhsal rahatsızlıklar veya sorunlar olabilir. Çoğu insan bu rahatsızlıkların sebebini araştırır. “Niçin bu durum benim başıma geldi?” diyerek yakınır durur. Bu düşünce tarzı ile sorunlar daha da büyür; hatta gerçek sorunlar başlar. Önemli olan, bir problemin niçin ve ne şekilde başımıza geldiği değil, onunla nasıl başa çıkacağımızdır.
Güçlü insan, sorunlara yoğunlaşır, çaresiz duruma düşmez. O, sorunları kişisel gelişim yolculuğunu aydınlatan bir rehber olarak görür. Bunu başaran kişi için artık  sorun da yoktur. Güçlü insan da gün gelir ağır problemlerle karşılaşır ve bu problemler yüzünden hayatı felç olabilir. İster maddi kayıplar, ister sevdiklerinin kaybı olsun, insan büyük olaylar karşısında kendine biraz daha yaklaşır.
Sorunları acıya dönüştüren insanın kendisidir. Acı duyma kişisel bir tepkidir. Bu acı, başkalarının olumsuz tutumları yüzünden ortaya çıkmaz. Acıyı ortaya çıkaran, sorunsuz bir hayat yaşama arzusudur. Oysa sorunlar ve acılar, farkında oluş ve uyanış için dinamik bir güçtür. Diş ağrısı olmasa, dişimizin çürüdüğünü nasıl anlayabiliriz? Aynı şekilde duygusal bakımdan çektiğimiz acılar olmasa nasıl tekâmül edebiliriz. Bu yüzden sorunların varlığına yoğunlaşmaktan ziyade, onlardan öğrenebileceklerimiz üzerinde durmamız gerekir. O zaman sorunun değil, çözümün bir parçası oluruz.
Çoğu insan acılardan kaçarak her zaman neşe içinde yaşamaya çalışır; ama bu arzu denge yasasına aykırıdır. Bilindiği gibi, her sistem bulabildiği herhangi bir yolla dengeye kavuşmak ister. Evrende neşe varsa, acı da olacaktır. Neşeyi isteyen aynı zamanda acıyı da istemiş olmalı. Bunun gibi hayat da dengelenmiş kutuplardan oluşur.
İnsanın başına ne gelmişse, onun tekâmülü içindir. Evrende sebepsiz hiçbir şey olmaz. Sorunlar insanın güçlenmesi için vardır. Fırtınalı denizlerde büyük kaptanlar yetişir. İşte gerçekleri fark edemeyen insan kendi kendine sorun olur. Sorun, düşük bilinç merkezinde olmaktır. Vadiden bakan kişi kendini çevreleyen güzellikleri fark edemez. Acılara gelişme fırsatı olarak bakan kimse, her zaman denge insanıdır. Bilge kişiler, kavgalı ve ıstırap dolu ortamlarda bile dengelerini korurlar.
O halde, sorunlarla karşılaşan kimse bunların kaynağını dış dünyada değil, kendinde aramalı. Başka bir ifade ile herkes sorun olarak kendini görmeli. Başkasını sorun olarak görmek, o kişiye doğru gereksiz enerji harcanmasına sebep olur. Esas sorun, sorun çıkaran kişiyle nasıl ilişki kurulduğudur.  İnsan çekmiş olduğu acıları yine kendisi tamir edebilir. O güç her insanda vardır. Bu acıyı dindirme süreci, kişiyi güçlendirir.
Bilgelik yolculuğundaki kişi yükünü bir kenara atmaz, onun değerini bilir. Bu yükün veya sorunların içi fırsatlarla doludur. Sorunlar, gelişimin bir parçasıdır. Geçmişte yaşadığımız acı dolu olaylar gelişmemizin yolunu açmadı mı? Unutmayalım: Eğer istediğimiz şey olmazsa daha iyisi olacaktır. Evren iyi olduğu için içindeki olaylar da iyidir. Bunu fark edelim.

12 Temmuz 2012 Perşembe

ŞİMDİ SEN NE İSTİYORSUN?

Öyle zamanlar vardır ki; hayatınızla ilgili, çok önemli kritik kararlar vermeniz gerekir. Bu karar öyle bir değişime sebep olmalıdır ki, tıpkı hayatınıza sihirli bir değnek değmişçesine etkilemelidir.

Sonucu hayal etmek bile seni heyecanlandırır kendinden geçirir. Bir hevesle düşünürsün, planlar yapmaya başlarsın. Bununla birlikte, bir süre sonra durum öyle bir hale gelmiş olur ki, çaba sarf edip değişim beklerken sen aslında boşuna debelendiğini veya başka bir deneyim içerisinde görürsün.

İşte o zaman anlarsın gerçek değişimlerin, dilde söylendiği kadar kolay gerçekleşmediğini...

Çünkü kendi özünü gerçekten bilmezsen, neleri değiştirip değiştiremeyeceğini, nelere sahip olman gerektiğini bilemezsin. Yeri geldiğinde başkasının gözünden de bakman gerekir kendine... Önce özüne inmelisin, bilerek, hissederek. Bazen de başka boyutlarda gezerek ama hep isteyerek, hissederek ve inanarak...

Hayat tesadüflerle dolu değildir, hatta tesadüf diye bir şey yoktur hayatta. Karşına çıkan her şey gerçekten istenen, senin istediğin durumlardır, ne kadar reddetsen de. Olması gerektiği zaman, hazır olduğunda, çok isteyip beklenti içine girmekten vazgeçtiğinde, her şey bir anda olur...

İşte bu kadar basit gibi görünen, olur, yaparım, çözerim istemenin sırrında gizli. Çünkü ne istediğin değil nasıl istediğin önemli...

Şimdi sen ne istiyorsun?

Unutma sihirli değnek sende. Kullanma ‘’Kılavuzu’’ sana yol gösterir ve zaman kaybını önler... Sen okumak, anlamak ve artık değişmek iste yeter.

Sevgilerimle,

5 Temmuz 2012 Perşembe

Geç Fark Edilen İlk Beş Pişmanlık...

1- Çok geç kalmadan, kendi hikâyenizi yeniden yazın. Hayatınızın sonlarında duyduğumuz, derin pişmanlıklarımızın başında “kendi hayatını yaşamak yerine bize başkalarının dayattığı hayatları yaşamak” geliyor. 


Yıllar önce Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir inceleme üzerine ünlü doktor Herbert Benson şu önerilerde bulunmuştu:


“Orta yaşlarda yaşamınızı değerlendirin. Başladığınız noktayla geldiğiniz noktayı; varmak istediğiniz çizgiyle bulunduğunuz çizgiyi gözden geçirin. Eğer çok farklı yerlere savrulduğunuzu görürseniz, geç kalmadan hikâyenizi yeniden yazın. Eğer bunu yapmazsanız, hikâyenizde başrol yerine, başkalarının yazdığı hikâyelerin figüranı olmaya devam edersiniz.

2- Çalışmak için yaşamak mı? Yaşamak için çalışmak mı?


Araştırmaya katılanların duydukları ikinci pişmanlık da şu olmuş: “Keşke bu kadar çalışmasaydım!”. Çok çalışmak, çalışmayı abartmak, çalışmayı bir hayat düsturu yapıp bu uğurda çocuklarımızı, ailelerimizi, dostlarımızı ihmal etmek.

3- Hayatın keyfini çıkarın duygularınızı bastırmayın.!!!


Hayatının sonuna yaklaşanların duyduğu ciddi pişmanlıklardan biri de, ‘duygularını yeteri kadar dile getirememek’ olmuş. ‘Duyguları bastırmak’ hayatın yeteri kadar keyfini çıkaramamaya neden olabiliyor.

4- Her dost, hayata atılmış derin ve güçlü bir çapadır.


Araştırmaya katılanların yaşadıkları pişmanlıklardan biri de, ‘biten, sona eren dostluklar ve kaybedilen dostlar!’. Dostlukları kurmak zor, bitirmek kolay. Dostlarınızın sayısının artması ise, sosyal bağlarınızın güçlenip, çoğalması anlamına geliyor. Dost çoksa, mutluluk çok. Çok sayıda ve farklı kesimlerden dostları olanlar, farklı duyguları daha çok ve sık yaşamak, farklı tatları, hazları daha çok elde etmek imkanına sahip oluyor. Dost sayısı arttıkça hayata ilişkin korkularınız, yalnızlığa, terk edilmeye ilişkin tereddüt ve endişelerimiz azalmaya başlıyor. Kısacası, ‘her dost, hayata atılmış derin ve güçlü bir çıpa’ fonksiyonu görüyor. Dostları, sevdikleri arkadaşları kaybetmek bir yana çoğaltmak çok önemli.

5- Mutluluğa giden yolu kendiniz bulacaksınız...

Hasta ve yaşlı insanların bir başka pişmanlıkları da ‘Mutlulukları için yeteri kadar çaba göstermemeleri’ olmuş. “Mutluluğa ve huzura giden yolun bir sonu ya da bitiş çizgisi yoktur. Yalnızca başlama noktası vardır. Şu anda bulunduğunuz nokta ise başlamak için en iyi yerdir”.

Sınavlar beklemediğiniz zamanlarda, çalışmadığımız yerlerden gelir...

Tüm yaşamımıza baktığımızda, yaşamın her yerinde ve hatta doğduğumuz andan itibaren sınavlar yaşıyoruz. 

İsteklerimizi gerçekleştirmek için, karşımıza çıkan sınavları vermek zorundayız ve unutmamanız gereken en önemli şey ise, sınav biz istediğiniz için varlar. Kalpten istediğiniz her şeyde sınav karşınıza gelir ve siz o sınavı verene kadar ağırlaşarak devam eder verdiğinizde istekleriniz olur...

Doğmak büyük bir sınav, acıkan karnını üstelik konuşmayı bilmeden doyurabilmek veya kirlenen altının tertemiz yapılmasını üstelik hala konuşamıyorken temizletmeyi başarmak, yürümeyi becerebilmek üstelik içinden gelen bir güdüyle kimse sana kalk yürü demeden büyük sınavlar, sonra sokakta arkadaşlarına kendini kabul ettirmek, biraz büyüğünce okulda hem dersler, hem öğretmenler, hem de arkadaşlarına kendini kabul ettirmeye çalışmak sınav değil mi? 

İlk ilişkine başlayabilmek için yaptıklarımız büyük bir sınav değil mi? Hadi devam edelim bitmedi daha evlenmek, çocuklarınla ilişkilerin, eşin ile ilişkin, büyüdüğünde arkadaşlarınla, ailenle ilişkilerin sınavlarla belirlenmiyor mu? Hadi devam, bir işe girmek ve çalışmak veya çok sevdiğin bir hobini yaparken yaşadıkların hep sınav, hep sınav bakınca hayat sınavlarla var oluyor...

Peki neden sınav var veya daha başka bir soru sınav ne demek? sınav konusundan siz ne anlıyorsunuz?

Sınavlar bize kendimizin eksik olan yönlerimizi tamamlamamız için bize verilen büyük fırsatlardır.

SINAVLAR İSTEDİĞİMİZ İÇİN VARLAR VE O İSTEĞİMİZE LAYIK OLUP OLMADIĞIMIZI BELİRLİYORLAR...

Lütfen düşünün bir çok yorum getirdiğinizi biliyorum. Hadi ben de düşündüğümü paylaşayım sizlerle bence sınavlar yaşamda başarmak istediklerinizi yapmak için, o konunun nerelerine dikkat etmemiz gerektiğini bize gösteren en önemli yardımcılarımız. Bizler gerçi hiç böyle yaklaşmadık ve hep korktuk sınavlardan ve elimizden geldiğince kaçmaya çalıştık.

Her sınav, karmaşık ve bir çok soruyu içinde barındırarak gelir karşımıza üstelik beklemediğimiz zamanlarda bir anda karşımıza çıkarlar. Düşünmenizi ve kendinize sormanızı öneriyorum bu benim başıma neden geldi? bana ne göstermeye çalışıyor? bu soruların cevaplarını doğru belirlediğiniz taktirde sınav o anda biter çünkü öğrenmişsinizdir artık ve yapmanız gerekeni biliyorsunuzdur.

Bir de tekrar eden sınavlar var.!!! Hep aynı konudan karşımıza gelen, gittikçe şiddeti artan sınavlar. Bu sınavlar ise varlığımızın ve gerçekten burada neden var olduğumuzun anlamını bize gösteriyorlar...

Unutmayın Tanrının dikkat çekme yöntemi hep acı ile olmuştur. İnsanlık başka türlü anlamıyor...!!!

Sevgilerimle,

Serdar Ceylan

24 Haziran 2012 Pazar

DÜNYANIN SON GÜNLERİ İLE İLGİLİ KIZILDERİLİ BİR ŞAMAN'IN KEHANETLERİ....


Stalking Wolf, bize dört kehanette bulundu, bunlar 1920 civarlarında ona bildirilmişti. İlk ikisi zaten gerçekleşti, kesin olarak belirli konular olduklarından yanlış anlaşılmaları mümkün olmadı. Bize dediğine göre üçüncü kehanet de gerçek olduğunda, dünyamızı kurtarmanın bir yolu kalmamış olacaktı. Ama o zamana kadar, doğanın gidişini bir duayla yahut zihinlerin birleşmesiyle (bu sözcükler gerçek anlamlarıyla değil.) değiştirmek mümkündü. Üçüncü kehanet de gerçekleşince orada, inanılmaz ve korkunç sona hazırlanmak için dört barış dolu mevsim olacak ve sadece “Dünyanın Çocukları hayatta kalabilecekler.” Fikrimce bu korkunç dünyayı yorumlarken, dünyamızı kurtarmak ve sonuçları görmek için ne denli büyük bir fırsata sahip olduğumuzu anladım. Yenilenebilir, temiz ve sürdürülebilir enerji kaynakları bulmaya ihtiyacımız var. Ve doğal ilaçlar konusundaki bilgilerimizi genişletmeliyiz. Böylece dünyayı tüm kirliliklerden kurtarabiliriz ve bu hastalıklı dünyamızı iyileştirebiliriz.

Bütün kişisel ve genel kehanetlerin dışında Büyükbaba bize önceden haber vermişti bunu; bütün geride kalanların üstünde dört işaret göze çarpacak. Bu dört işaret, bildiğimiz gibi insanlığın ve dünya üzerindeki yaşamın yıkımını gösteriyordu. Büyükbaba’nın söylediğine göre “İlk iki kehanet gerçekleşmeden önce hala bazı şeyleri değiştirmeye vaktimiz var, ama üçüncü kehanet de gerçek olduktan sonra artık geriye dönüş yok.” Bu önsezi yaşlı Apache’ye 1920’lerde verilmişti ve Tom onunla tanıştığında seksenleriydi. Yıl 1962’ydi.

“Yıkıma çok yaklaştığımızı nasıl anlayacağız?” diye sordum.

Büyükbaba dedi ki: “Benim önsezi gücüm var ve bu sezi insanlığın yıkımıyla ilgili. İnsanlara dört uyarı verildi. Bunlardan ikisi, insanlara yollarını değiştirmeleri için bir şans veriyordu, diğer ikisiyse Dünyanın Çocuklarına, Yaratıcının Gazabından kaçmaları için zaman veriyordu.”

“Bu işaretleri nasıl bileceğim?” diye sordum, Büyükbaba devam etti, “Onlar sana ve Yeryüzünün Ruhunu dinleyenlere açık olacak. Ama sadece vücutlarında yaşayanlar ve sadece vücutlarını bilenler, onlar için hiçbir bilgi ve anlayış yok. Ne zaman ki bu uyarılar, işaretler ve kehanetler gerçek olacak, o zaman söylediklerimin önemini anlayacaksınız. İnsanların neden sadece kendi manevi zevkleri için çalışmaması gerektiğini anlayacaksınız. Ama bu zevkler modern insanların bilincine yerleşti.”

Dört İşaret

Büyükbaba üçüncü önsezi ayinini Sonsuz Mağarada bitirir bitirmez Savaşçı Ruh ona göründü. Ruh, Büyükbaba’nın adını söyledi ve onu takip etmesini işaret etti. Büyükbaba ayakta dururken, birdenbire kendini başka bir dünyada buldu, rüya mıydı diye bakınıyordu ama vücudu hala ortamın gerçekliğini hissediyordu. Ama farklı bir zamanda ve yerde.

Savaşçı Ruh, Büyükbabayla konuşmaya başladı. “Bunlar henüz yıkılan insanlığı gösteren işaretlerdir. Sen bunları hiçbir zaman görmeyeceksin. Ama bunları durdurmak için çalışmalı ve bildiklerini torunlarına aktarmalısın. Bunlar, eğer bir adam Dünyaya gelip Yaratımın ve Yaratıcının kurallarına uymaya başlamazsa, gelecekte olacak şeyler. Dört işaret, dört uyarı var sadece, Dünyanın Çocuklarının anlayabileceği. Her uyarı, bu geleceğin sizi beklediğini işaret ediyor.” Bunu söyler söylemez Savaşçı Ruh ortadan kayboldu ve Büyükbaba bilmediği bir dünyada yapayalnız kaldı.

İlk İşaret

Bu dünya daha önce bildiği hiçbir şey gibi değildi. Kuru bir yerdi ve çok az bitki vardı. Biraz uzağında bir köy gördü. Çadır bezi ve kumaştan evler yapılmış olduğunu görebiliyordu. Dünyadakilerden daha iyi gibiydi. Köye yaklaştıkça ölülerin iğrenç kokuları, Büyükbaba’yı alt üst etti ve midesinin bulandığını hissetti. Çocukların ağlayışlarını, yaşlıların iniltilerini, hastalığın ve umutsuzluğun sesini duyabiliyordu. Defnedilmeyi bekleyen insan yığınları çukurlarda yatıyorlardı, buruşmuş yüzleri ve zayıf vücutları açlıktan öldüklerini gösteriyordu. Vücutları insandan çok iskeletlere benziyorlardı. Koyu kahverengi tenleri artık kül rengiydi.

Büyükbaba köye girdiği gibi aç yaşamanın korkusu onu derinden etkiledi. Çocuklar ancak yürüyebiliyorlardı, yaşlılar ölmek üzereydiler, her yer acının ve korkunun çığlıklarıyla doluydu. Ölümün kötü kokusu ve umutsuzluk duygusu Büyükbaba’yı sarstı. Bu duygular onu köyden uzaklaşmaya zorladı. O sırada yaşlı bir adam gördü Büyükbaba ve anlayamadığı bir dille konuşmaya başladı. Büyükbaba konuşan yaşlının aslında adamın ruhu olduğunu fark etti. Adam bir bedende değildi, kabilesinin şamanı olabilirdi, sanki ruhsal bir yolda yürüyordu. Büyükbaba böylece yaşlı adamın ne demek istediğini anladı.

Yaşlı adam yavaşça konuşmaya başladı. “Gelecekte açlığın kenti denilecek yere hoş geldin. Dünyadakiler bir gün tüm bu korkuyla işte böyle görünecekler ve kıtlığı havaya ve yerküreye bağlayacaklar. İnsanlar ne yaratımın kuralları karşısında yaşayabilirler ne de doğayla savaşabilirler. Bu ilk uyarıdır. Dünyadakiler, eğer bunun, açlığı ortaya çıkaran suç olduğunu anlayabilirlerse, büyük bir ders alınmış olacak. Ama korkarım ki dünya, bu suçu kendisi işlememiştir ama bu suç doğada işlenmiştir. Dünya hiçbir zaman ölüm için yaratılmadı.

Yaşlı adam devam etti. “Bu insanlar muhtemelen yalnız bırakılmışlardır. Onlar başta dünyayla beraber nasıl yaşayacaklarını anlamışlardı. Varlıkları mutluluk, barış ve aşkla ölçülüyordu. Ama dünyadakiler onları ilkel toplumlar olarak gördüklerinde bütün bu şeyler ellerinden alındı. Dünyadakiler, medeni toplumlar, onlara nasıl tarım yapacaklarını ve nasıl ilkel olmadan yaşayabileceklerini öğrettiler. Onları yaratım yasalarının dışında yaşamaya zorlayan medeni insanlardı ve şimdi onları ölüme zorlayan, yaptıklarının sonuçlarıydı.” Yaşlı adam yavaşça yürümeye başladı, geriye, ölüme ve umutsuzluğa.

Büyükbaba’ya son kez döndü ve dedi ki “Bu ilk işaret olacak. Bu kıtlığın öncesinde ve sonrasında da açlık olacak. Dünyanın Çocukları tüm bu acılardan ve ölümlerden derslerini alacaklar ama onlar dışında kimse bu uyarıları dikkate almayacaklar ve bunları sadece açlık ve kuraklık olarak görecekler, kendileri yerine Doğayı suçlayacaklar.” Bunu duyduktan sonra Büyükbaba kendini Sonsuz Mağarada buldu.

Büyükbaba, insanların dünyanın her yerinde açlık çekmekte olduklarını biliyordu. Ama neden o kıtlık, şu anda gerçekleşmekte olan kıtlıktan daha önemli ve kritik olsun? O zaman Büyükbaba ‘bütün dünya bunu fark edecek ama kimse ölümden ve kıtlıktan öğretilmek istenen dersi almayacak. Dünyanın Çocukları kibir içinde öleceklerdi.’ diyen kabile yaşlısını anımsadı.

Fiziksel ve ruhsal yorgunlukla Büyükbaba derin bir uyku halinin içine girdi. Ama uykuda Savaşçı Ruh ona tekrar göründü ve ona ilk işaretin kalanı tamamlayanlara getirdi. Rüyada Savaşçı Ruh Büyükbaba’yla konuşmaya başladı. “Kıtlık yıllarında herkes hastalıklarla boğuşacak, hastalık bütün topraklara yayılacak ve kitleleri yıldıracak. Beyaz ceketlerde (doktorlar) insanlar için hiçbir çözüm yolu olmayacak. Tüm topraklarda müthiş bir çığlık kopacak. Hastalık maymunlar, seks ve uyuşturucuyla taşınacak. Bu insanları içten çökertecek, öldürücü bir hastalığı genele yaymak. İnsanoğlu bu hastalıkları; yaşamlarının, sekse ve uyuşturucuya tapınmalarının ve Doğadan uzak yaşamanın bir sonucu olarak görecek.”

Ruh konuşmaya devam etti, “Uyuşturucu insanların şehirleri arasında savaşlara neden olacak, milletler bu savaşlara karşı ayağa kalkacaklar, bu öldürücü hastalığa karşı. Ama milletler, savaşı yanlış yoldan yürütecekler, nedenler yerine etkilere saldırarak. Milletler ve toplumlar değerlerini değiştirmeden, uyuşturucu ve seks tanrılarını takip etmekten vazgeçmeden bu savaşı kazanamayacaklar.”

İnsanlar ilk işaretin yıllarında, böylece muhtemel geleceğe giden yolunu değiştirebilir. Böylece açlıktan ve hastalıktan daha büyük bir ders alabilirler. Orada hala umut olabilir. Ama ikinci işaretin yıkımları da başladığı zaman, Yerküre ancak manevi bir etkiyle iyileştirilebilir. Yalnızca manevi bir iyileştirme insanoğlunun muhtemel geleceğe giden yolunu değiştirebilir. Bununla beraber Savaşının Ruhu, Büyükbaba’yı derin ve rüyasız bir uykunun içine bıraktı, daha fazlasını görebilmesi için.

İkinci İşaret

Büyükbaba, bir kez daha mağara girişinde uyandı, Savaşçı Ruhun hafızası onun ruhunun ve ruhun sözcükleri onun bir parçası oldu. Büyükbaba manzaraya doğru baktığı zaman, her şey değişti. Manzara daha da kuruydu ve artık hiç bitki yoktu, hayvanlar ölüyordu. Ölümün dinmek bilmez iğrenç kokusu karada meydana çıkıyordu, toz kalın ve boğucuydu, şiddetli ısı sıkıcıydı. Gökyüzüne bakınca, güneş daha geniş ve güçlü görünüyordu gittikçe, hiçbir kuş ya da bulut görünmüyordu ve hava hala kalınlaşıyordu. Böylece gök dalgalı bir hale geldi ve büyük delikler göründü. Delikler çılgınca gürlemeye başladı, yeryüzü, taşlar ve toprak sallanmaya başladı. Göğün yüzeyindeki delikler birbiri ardına açılmış yaralar gibiydiler, bütün bu yaralar boyunca hastalığa neden olan bir sıvı damlıyordu, çöplerin, yağların ve ölü balıkların büyük denizine. Bu yaraların birinin orada yunusların değişen vücutlarını görüyordu, Yerkürenin ve kuvvetli rüzgarların bu muazzam değişikliğine eşlik eden.

Gözlerini hızla titreyen yerküreye çevirdi ve yerdeki her şey bir felaketti. Çöp yığınları göğe uzanıyordu, ormanlar kesiliyor ve ölüyorlardı, kıyıları sular basıyordu, fırtınalar gök gürültüleriyle ve şiddetle büyüyordu. Her geçen anla Yerküre daha şiddetli sallamaya başladı toprağı ve Büyükbabayı parçalayıp yutmakla tehdit ediyordu.
Birden Yerküre, toprağı sallamayı durdurdu ve gök temizlendi. Tozlu havadan dışarıya yürüyen Savaşçı Ruh, Büyükbaba’nın az ötesinde durdu. Büyükbaba ruhun yüzüne baktığında gözlerinden akmakta olan büyük gözyaşları görüyordu ve her bir yaş, yakıcı bir sesle yerküreye düşüyordu. Ruh uzun bir süre Büyükbaba’ya baktı, sonunda dedi ki, “Gökteki delikler.” Büyükbaba bir an düşündü ve inanmayan bir tonla dedi ki, “Gökteki delikler?” Ve ruh cevapladı, “Onlar insanlığın yıkımının işareti olacak. Gökyüzündeki delikler ve gördüğün her şey insanlığın gerçeği olabilir. Bundan sonra insanlık, fiziksel bir müdahale ile Yerküreyi iyileştiremeyecek. Buradan sonra insanlık uyarılara itimat etmeli ve geleceği değiştirmek için daha sıkı çalışmalı. İnsanlar sadece fiziksel olarak çalışmamalıdır, dualar yardımıyla da çalışmalıdır, sadece dualar Yerkürenin ve kendilerinin umudu olabilirler.”

Büyükbaba, gökyüzünde böylesine deliklerin açılmasının imkansızlığını düşünürken bir süre bekledi. Şüphesiz Büyükbaba, deliklerin ruhsal şeyler olabileceğini biliyordu. Ama Yerkürenin toplumları muhtemelen bunu çok zor fark edecekti. Ruh, daha yakına geldi ve yeniden, neredeyse fısıltıyla konuştu. “Bu delikler insanlığın yaşamının, yolculuğunun ve dedeleriyle ninelerinin işledikleri günahların direkt sonuçları. İkinci işaret olan bu delikler torunlarının ölümünü işaret edecek ve insanlığın doğadan uzak yaşamasının mirası olacak. Bu deliklerin açıldığı zaman insanlığın düşüncelerindeki büyük değişikliğin olduğu zamandır. Ve sonra onlar bir karar vermek zorunda kalacaklar. Bir seçenek: Yıkımın yolundan devam etmek. Diğeriyse, Yerkürenin felsefesine ve basit varlığımıza dönmek. Burada karar verilecek ya da her şey kaybedilecek.” Başka bir söz söylemeden ruh döndü ve yeniden tozların arasında kayboldu.

Üçüncü İşaret

Büyükbaba, dört gününü mağara girişinde harcadı. O dört gün boyunca hiçbir şey onunla konuşmadı, dünya dahil. Dedi ki büyük kederin zamanıdır, yalnızlığın ve gerçekleşen şeyleri hazmetmenin zamanı. Bu şeylerin o yaşarken olmayacağını biliyordu, ama onlar bu bilgileri geleceğin insanlarına aktarmalıydılar. Tıpkı onlara aktarıldığı gibi hızlı ve güçlü. Ama bu gerçekleşmesi mümkün olmayan olayları insanlara nasıl açıklayacağını bilmiyordu. Muhtemelen kabilenin yaşlıları ve Şamanları bunu anlayacaklardır ama halk değil ve tabii ki Yerküreden ve Ruhtan ayrılmış kimseler de. Dört gün boyunca taş gibi oturdu kaldı.

Dördüncü günün sonunda Üçüncü Ayin başladı. Ufukta batan güneşe doğru gözünü dikmiş bakarken, hava tekrar akışkan ve kan kırmızısı bir hal aldı. Gözün değebildiği her yerde gök kıpkırmızıydı, gölgeler, zemin ve ışık kesintisizdi. Görünüşe göre yaratımın bütünlüğü hala, görünmeyen bir komutu bekler gibi devam ediyordu. Zaman, mekan ve kader hapiste gibiydiler, hala kanayan gökyüzünde. Bir süre gözünü gökyüzüne dikip öylece baktı, korkunun ve dehşetin durumuna. Gökyüzünün kırmızı rengi hiçbir gün doğumunda ya da batımında gördüğü gibi değildi. Bu renk insanındı, Doğanın değil. İğrenç bir pis kokusu ve teni vardı. O Yeryüzünün neresine dokunuyorsa yakıyor gibiydi. Günbatımının peşinde geceyi sürüklemesiyle birlikte, yıldızlar parlak kırmızı, gökyüzünü hiç terk etmeyen o renkte parladılar ve her yer korkunun ve acının gözyaşlarının sesiyle sarılıydı.

Savaşçı Ruh, Büyükbabaya tekrar göründü, ama bu sefer gökyüzünden bir ses olarak. Gök gürültüsü gibi sarstı ortalığı, “Ve bu üçüncü işaret: Kanayan yıldızların gecesi. Bu bütün dünya tarafından bilinecek. Gökyüzünün kanıyla tüm toprakların gökleri kırmızı olacak, gündüz ve gece. Artık bu üçüncü işaretle gelecek daha fazla umudun olmadığı bir yer olacak. Yeryüzündeki insanlar hayatlarını yaşadılar ve bu sona erdi. Ve artık geri dönüş yok, fiziksel ya da manevi olarak. Bunlar ikinci işaret sırasında değiştirilmezse insanlık kesin olarak bilecek ki Yeryüzünün yıkımı yakında. Artık Dünyanın Çocukları yabanıla doğru koşmalılar ve saklanmalılar. Yıldızların kanları alevlendiğinde, orada insanlar için güvenlik olmayacak.“ dedi ses. Büyükbaba ses anlatmaya devam ederken korkuyla yere oturdu: “Artık bu zaman içinde, yıldızlar kanadığında, dördüncü ve son işaret dört mevsim boyunca süren barış olacak. Bu dört mevsim boyunca onlar yabanılla iç içe yaşamalılar, Yeryüzüne ve Yaratıcıya yakın olarak. Orada sadece Dünyanın Çocukları hayatta kalacaklar, Yeryüzünün felsefesini yaşamalılar, asla insanlığı yeniden düşünmeden. Ama Dünyanın Çocukları için hayatta kalmak yeterli olmayacak, onlar aynı zamanda maneviyata da yakın olmalılar. Bu yüzden onlara söyle, üçüncü işaret yıldızlarda açıkça görüldüğü zaman duraksamasınlar, kaçmak için dört mevsimleri (1 sene) var.” Büyükbabanın dediğine göre bu ses ve gökyüzü bir hafta daha gökyüzünde kaldı ve ortaya çıktıkları gibi kayboldular.

Dördüncü İşaret

Büyükbaba mağaranın ağzında ne kadar zaman harcadığını bilmiyor, önsezi yeteneği için gelmiş olduklarını bir farklılık olarak da görmüyordu. Dördüncü işaret Büyükbabaya bildirildiğinde Sonsuz Mağaradaki son günüydü, bu sefer ses genç bir çocuğundu. Çocuk diyordu ki: “Dördüncü ve son işaret yıldızların kanamasından on kış sonra görünecek. Bu süre içinde Yeryüzü kendini iyileştirecek ve insanlık ölecek. Bu on yıl için Dünyanın Çocukları yabanıl yerlerde saklanmalılar, sürekli kamplar kurmamalılar ve insanlığın kalan güçleriyle temasa geçmekten uzak durmalılar. ONLAR SAKLANMALILAR, eski zamanlardan bir casus gibi ve insanlığın yıkımına geri dönmek isteyenlerle dövüşmeliler. Merak çoğunu öldürebilir.”

Büyükbaba, çocuk ruhuna “ve dünyanın insanlığına ne olacak?” diyene kadar uzun bir sessizlik oldu. Çocuk konuşmaya başlayana kadar yeniden uzun bir sessizlik oldu. “Bütün dünya üzerinde insanlığın hayal edemeyeceği kadar büyük bir kıtlık olacak. İnsanlığın zehirlerinin günahları suyun pisliği içinde akacak, göllerin ve akarsuların. Ürünler yanacak, insanlığın hayvanları ölecekler, ve hastalık çoğunluğunu öldürecek. Torunlar ölülerin cesetlerinden beslenecekler, her yer acının gözyaşları ve keder olacak. İnsanlığın gezici grupları diğer insanları yemek için avlayacaklar, ve su her zaman kıt olacak, ve her geçen yıl biraz daha kıtlaşacak. Toprak, su, hava, hepsi zehirli olacak, ve insanlık Yaratıcının gazabı içinde yaşayacak. İnsanlar önce şehirlerde saklanacaklar, ama orada ölecekler. Birkaçı vahşiye doğru koşacaklar ama vahşi onları yok edecek. İnsanlık ve şehirler harap olacak, ve torunlar büyükbabalarının ve büyükannelerinin işledikleri günahlarının bedelini ödeyecekler.”

“Artık orada umut olmayacak mı?” diye sordu Büyükbaba. Çocuk yeniden konuştu, “Orada sadece birinci ve ikinci işaretin olduğu sırada umut var. Üçüncü işaret sırasında, yıldızların kanaması, daha fazla umut olmayacak, sadece Dünyanın Çocukları hayatta kalacaklar. İnsanlığa bu uyarılar verilmiş olacak, eğer aldırış etmezlerse hiçbir umut olamaz. Sadece Dünyanın Çocukları kendilerini insanlığın o yıkıcı düşüncesinden temizleyecekler. Dünyanın Çocukları topluma yeni bir umut getirecekler, Yeryüzüne ve ruha daha yakın yaşayarak.” Artık her yer sessizdi, manzara temizlendi ve normale döndü, ve Büyükbaba’nın ayini bitti. Titrerken dedi ki, önümüzdeki mevsim neden seçildiğini anlamaya çalışarak dolanıp duracakmış..



Alıntıdır....