24 Haziran 2012 Pazar

DÜNYANIN SON GÜNLERİ İLE İLGİLİ KIZILDERİLİ BİR ŞAMAN'IN KEHANETLERİ....


Stalking Wolf, bize dört kehanette bulundu, bunlar 1920 civarlarında ona bildirilmişti. İlk ikisi zaten gerçekleşti, kesin olarak belirli konular olduklarından yanlış anlaşılmaları mümkün olmadı. Bize dediğine göre üçüncü kehanet de gerçek olduğunda, dünyamızı kurtarmanın bir yolu kalmamış olacaktı. Ama o zamana kadar, doğanın gidişini bir duayla yahut zihinlerin birleşmesiyle (bu sözcükler gerçek anlamlarıyla değil.) değiştirmek mümkündü. Üçüncü kehanet de gerçekleşince orada, inanılmaz ve korkunç sona hazırlanmak için dört barış dolu mevsim olacak ve sadece “Dünyanın Çocukları hayatta kalabilecekler.” Fikrimce bu korkunç dünyayı yorumlarken, dünyamızı kurtarmak ve sonuçları görmek için ne denli büyük bir fırsata sahip olduğumuzu anladım. Yenilenebilir, temiz ve sürdürülebilir enerji kaynakları bulmaya ihtiyacımız var. Ve doğal ilaçlar konusundaki bilgilerimizi genişletmeliyiz. Böylece dünyayı tüm kirliliklerden kurtarabiliriz ve bu hastalıklı dünyamızı iyileştirebiliriz.

Bütün kişisel ve genel kehanetlerin dışında Büyükbaba bize önceden haber vermişti bunu; bütün geride kalanların üstünde dört işaret göze çarpacak. Bu dört işaret, bildiğimiz gibi insanlığın ve dünya üzerindeki yaşamın yıkımını gösteriyordu. Büyükbaba’nın söylediğine göre “İlk iki kehanet gerçekleşmeden önce hala bazı şeyleri değiştirmeye vaktimiz var, ama üçüncü kehanet de gerçek olduktan sonra artık geriye dönüş yok.” Bu önsezi yaşlı Apache’ye 1920’lerde verilmişti ve Tom onunla tanıştığında seksenleriydi. Yıl 1962’ydi.

“Yıkıma çok yaklaştığımızı nasıl anlayacağız?” diye sordum.

Büyükbaba dedi ki: “Benim önsezi gücüm var ve bu sezi insanlığın yıkımıyla ilgili. İnsanlara dört uyarı verildi. Bunlardan ikisi, insanlara yollarını değiştirmeleri için bir şans veriyordu, diğer ikisiyse Dünyanın Çocuklarına, Yaratıcının Gazabından kaçmaları için zaman veriyordu.”

“Bu işaretleri nasıl bileceğim?” diye sordum, Büyükbaba devam etti, “Onlar sana ve Yeryüzünün Ruhunu dinleyenlere açık olacak. Ama sadece vücutlarında yaşayanlar ve sadece vücutlarını bilenler, onlar için hiçbir bilgi ve anlayış yok. Ne zaman ki bu uyarılar, işaretler ve kehanetler gerçek olacak, o zaman söylediklerimin önemini anlayacaksınız. İnsanların neden sadece kendi manevi zevkleri için çalışmaması gerektiğini anlayacaksınız. Ama bu zevkler modern insanların bilincine yerleşti.”

Dört İşaret

Büyükbaba üçüncü önsezi ayinini Sonsuz Mağarada bitirir bitirmez Savaşçı Ruh ona göründü. Ruh, Büyükbaba’nın adını söyledi ve onu takip etmesini işaret etti. Büyükbaba ayakta dururken, birdenbire kendini başka bir dünyada buldu, rüya mıydı diye bakınıyordu ama vücudu hala ortamın gerçekliğini hissediyordu. Ama farklı bir zamanda ve yerde.

Savaşçı Ruh, Büyükbabayla konuşmaya başladı. “Bunlar henüz yıkılan insanlığı gösteren işaretlerdir. Sen bunları hiçbir zaman görmeyeceksin. Ama bunları durdurmak için çalışmalı ve bildiklerini torunlarına aktarmalısın. Bunlar, eğer bir adam Dünyaya gelip Yaratımın ve Yaratıcının kurallarına uymaya başlamazsa, gelecekte olacak şeyler. Dört işaret, dört uyarı var sadece, Dünyanın Çocuklarının anlayabileceği. Her uyarı, bu geleceğin sizi beklediğini işaret ediyor.” Bunu söyler söylemez Savaşçı Ruh ortadan kayboldu ve Büyükbaba bilmediği bir dünyada yapayalnız kaldı.

İlk İşaret

Bu dünya daha önce bildiği hiçbir şey gibi değildi. Kuru bir yerdi ve çok az bitki vardı. Biraz uzağında bir köy gördü. Çadır bezi ve kumaştan evler yapılmış olduğunu görebiliyordu. Dünyadakilerden daha iyi gibiydi. Köye yaklaştıkça ölülerin iğrenç kokuları, Büyükbaba’yı alt üst etti ve midesinin bulandığını hissetti. Çocukların ağlayışlarını, yaşlıların iniltilerini, hastalığın ve umutsuzluğun sesini duyabiliyordu. Defnedilmeyi bekleyen insan yığınları çukurlarda yatıyorlardı, buruşmuş yüzleri ve zayıf vücutları açlıktan öldüklerini gösteriyordu. Vücutları insandan çok iskeletlere benziyorlardı. Koyu kahverengi tenleri artık kül rengiydi.

Büyükbaba köye girdiği gibi aç yaşamanın korkusu onu derinden etkiledi. Çocuklar ancak yürüyebiliyorlardı, yaşlılar ölmek üzereydiler, her yer acının ve korkunun çığlıklarıyla doluydu. Ölümün kötü kokusu ve umutsuzluk duygusu Büyükbaba’yı sarstı. Bu duygular onu köyden uzaklaşmaya zorladı. O sırada yaşlı bir adam gördü Büyükbaba ve anlayamadığı bir dille konuşmaya başladı. Büyükbaba konuşan yaşlının aslında adamın ruhu olduğunu fark etti. Adam bir bedende değildi, kabilesinin şamanı olabilirdi, sanki ruhsal bir yolda yürüyordu. Büyükbaba böylece yaşlı adamın ne demek istediğini anladı.

Yaşlı adam yavaşça konuşmaya başladı. “Gelecekte açlığın kenti denilecek yere hoş geldin. Dünyadakiler bir gün tüm bu korkuyla işte böyle görünecekler ve kıtlığı havaya ve yerküreye bağlayacaklar. İnsanlar ne yaratımın kuralları karşısında yaşayabilirler ne de doğayla savaşabilirler. Bu ilk uyarıdır. Dünyadakiler, eğer bunun, açlığı ortaya çıkaran suç olduğunu anlayabilirlerse, büyük bir ders alınmış olacak. Ama korkarım ki dünya, bu suçu kendisi işlememiştir ama bu suç doğada işlenmiştir. Dünya hiçbir zaman ölüm için yaratılmadı.

Yaşlı adam devam etti. “Bu insanlar muhtemelen yalnız bırakılmışlardır. Onlar başta dünyayla beraber nasıl yaşayacaklarını anlamışlardı. Varlıkları mutluluk, barış ve aşkla ölçülüyordu. Ama dünyadakiler onları ilkel toplumlar olarak gördüklerinde bütün bu şeyler ellerinden alındı. Dünyadakiler, medeni toplumlar, onlara nasıl tarım yapacaklarını ve nasıl ilkel olmadan yaşayabileceklerini öğrettiler. Onları yaratım yasalarının dışında yaşamaya zorlayan medeni insanlardı ve şimdi onları ölüme zorlayan, yaptıklarının sonuçlarıydı.” Yaşlı adam yavaşça yürümeye başladı, geriye, ölüme ve umutsuzluğa.

Büyükbaba’ya son kez döndü ve dedi ki “Bu ilk işaret olacak. Bu kıtlığın öncesinde ve sonrasında da açlık olacak. Dünyanın Çocukları tüm bu acılardan ve ölümlerden derslerini alacaklar ama onlar dışında kimse bu uyarıları dikkate almayacaklar ve bunları sadece açlık ve kuraklık olarak görecekler, kendileri yerine Doğayı suçlayacaklar.” Bunu duyduktan sonra Büyükbaba kendini Sonsuz Mağarada buldu.

Büyükbaba, insanların dünyanın her yerinde açlık çekmekte olduklarını biliyordu. Ama neden o kıtlık, şu anda gerçekleşmekte olan kıtlıktan daha önemli ve kritik olsun? O zaman Büyükbaba ‘bütün dünya bunu fark edecek ama kimse ölümden ve kıtlıktan öğretilmek istenen dersi almayacak. Dünyanın Çocukları kibir içinde öleceklerdi.’ diyen kabile yaşlısını anımsadı.

Fiziksel ve ruhsal yorgunlukla Büyükbaba derin bir uyku halinin içine girdi. Ama uykuda Savaşçı Ruh ona tekrar göründü ve ona ilk işaretin kalanı tamamlayanlara getirdi. Rüyada Savaşçı Ruh Büyükbaba’yla konuşmaya başladı. “Kıtlık yıllarında herkes hastalıklarla boğuşacak, hastalık bütün topraklara yayılacak ve kitleleri yıldıracak. Beyaz ceketlerde (doktorlar) insanlar için hiçbir çözüm yolu olmayacak. Tüm topraklarda müthiş bir çığlık kopacak. Hastalık maymunlar, seks ve uyuşturucuyla taşınacak. Bu insanları içten çökertecek, öldürücü bir hastalığı genele yaymak. İnsanoğlu bu hastalıkları; yaşamlarının, sekse ve uyuşturucuya tapınmalarının ve Doğadan uzak yaşamanın bir sonucu olarak görecek.”

Ruh konuşmaya devam etti, “Uyuşturucu insanların şehirleri arasında savaşlara neden olacak, milletler bu savaşlara karşı ayağa kalkacaklar, bu öldürücü hastalığa karşı. Ama milletler, savaşı yanlış yoldan yürütecekler, nedenler yerine etkilere saldırarak. Milletler ve toplumlar değerlerini değiştirmeden, uyuşturucu ve seks tanrılarını takip etmekten vazgeçmeden bu savaşı kazanamayacaklar.”

İnsanlar ilk işaretin yıllarında, böylece muhtemel geleceğe giden yolunu değiştirebilir. Böylece açlıktan ve hastalıktan daha büyük bir ders alabilirler. Orada hala umut olabilir. Ama ikinci işaretin yıkımları da başladığı zaman, Yerküre ancak manevi bir etkiyle iyileştirilebilir. Yalnızca manevi bir iyileştirme insanoğlunun muhtemel geleceğe giden yolunu değiştirebilir. Bununla beraber Savaşının Ruhu, Büyükbaba’yı derin ve rüyasız bir uykunun içine bıraktı, daha fazlasını görebilmesi için.

İkinci İşaret

Büyükbaba, bir kez daha mağara girişinde uyandı, Savaşçı Ruhun hafızası onun ruhunun ve ruhun sözcükleri onun bir parçası oldu. Büyükbaba manzaraya doğru baktığı zaman, her şey değişti. Manzara daha da kuruydu ve artık hiç bitki yoktu, hayvanlar ölüyordu. Ölümün dinmek bilmez iğrenç kokusu karada meydana çıkıyordu, toz kalın ve boğucuydu, şiddetli ısı sıkıcıydı. Gökyüzüne bakınca, güneş daha geniş ve güçlü görünüyordu gittikçe, hiçbir kuş ya da bulut görünmüyordu ve hava hala kalınlaşıyordu. Böylece gök dalgalı bir hale geldi ve büyük delikler göründü. Delikler çılgınca gürlemeye başladı, yeryüzü, taşlar ve toprak sallanmaya başladı. Göğün yüzeyindeki delikler birbiri ardına açılmış yaralar gibiydiler, bütün bu yaralar boyunca hastalığa neden olan bir sıvı damlıyordu, çöplerin, yağların ve ölü balıkların büyük denizine. Bu yaraların birinin orada yunusların değişen vücutlarını görüyordu, Yerkürenin ve kuvvetli rüzgarların bu muazzam değişikliğine eşlik eden.

Gözlerini hızla titreyen yerküreye çevirdi ve yerdeki her şey bir felaketti. Çöp yığınları göğe uzanıyordu, ormanlar kesiliyor ve ölüyorlardı, kıyıları sular basıyordu, fırtınalar gök gürültüleriyle ve şiddetle büyüyordu. Her geçen anla Yerküre daha şiddetli sallamaya başladı toprağı ve Büyükbabayı parçalayıp yutmakla tehdit ediyordu.
Birden Yerküre, toprağı sallamayı durdurdu ve gök temizlendi. Tozlu havadan dışarıya yürüyen Savaşçı Ruh, Büyükbaba’nın az ötesinde durdu. Büyükbaba ruhun yüzüne baktığında gözlerinden akmakta olan büyük gözyaşları görüyordu ve her bir yaş, yakıcı bir sesle yerküreye düşüyordu. Ruh uzun bir süre Büyükbaba’ya baktı, sonunda dedi ki, “Gökteki delikler.” Büyükbaba bir an düşündü ve inanmayan bir tonla dedi ki, “Gökteki delikler?” Ve ruh cevapladı, “Onlar insanlığın yıkımının işareti olacak. Gökyüzündeki delikler ve gördüğün her şey insanlığın gerçeği olabilir. Bundan sonra insanlık, fiziksel bir müdahale ile Yerküreyi iyileştiremeyecek. Buradan sonra insanlık uyarılara itimat etmeli ve geleceği değiştirmek için daha sıkı çalışmalı. İnsanlar sadece fiziksel olarak çalışmamalıdır, dualar yardımıyla da çalışmalıdır, sadece dualar Yerkürenin ve kendilerinin umudu olabilirler.”

Büyükbaba, gökyüzünde böylesine deliklerin açılmasının imkansızlığını düşünürken bir süre bekledi. Şüphesiz Büyükbaba, deliklerin ruhsal şeyler olabileceğini biliyordu. Ama Yerkürenin toplumları muhtemelen bunu çok zor fark edecekti. Ruh, daha yakına geldi ve yeniden, neredeyse fısıltıyla konuştu. “Bu delikler insanlığın yaşamının, yolculuğunun ve dedeleriyle ninelerinin işledikleri günahların direkt sonuçları. İkinci işaret olan bu delikler torunlarının ölümünü işaret edecek ve insanlığın doğadan uzak yaşamasının mirası olacak. Bu deliklerin açıldığı zaman insanlığın düşüncelerindeki büyük değişikliğin olduğu zamandır. Ve sonra onlar bir karar vermek zorunda kalacaklar. Bir seçenek: Yıkımın yolundan devam etmek. Diğeriyse, Yerkürenin felsefesine ve basit varlığımıza dönmek. Burada karar verilecek ya da her şey kaybedilecek.” Başka bir söz söylemeden ruh döndü ve yeniden tozların arasında kayboldu.

Üçüncü İşaret

Büyükbaba, dört gününü mağara girişinde harcadı. O dört gün boyunca hiçbir şey onunla konuşmadı, dünya dahil. Dedi ki büyük kederin zamanıdır, yalnızlığın ve gerçekleşen şeyleri hazmetmenin zamanı. Bu şeylerin o yaşarken olmayacağını biliyordu, ama onlar bu bilgileri geleceğin insanlarına aktarmalıydılar. Tıpkı onlara aktarıldığı gibi hızlı ve güçlü. Ama bu gerçekleşmesi mümkün olmayan olayları insanlara nasıl açıklayacağını bilmiyordu. Muhtemelen kabilenin yaşlıları ve Şamanları bunu anlayacaklardır ama halk değil ve tabii ki Yerküreden ve Ruhtan ayrılmış kimseler de. Dört gün boyunca taş gibi oturdu kaldı.

Dördüncü günün sonunda Üçüncü Ayin başladı. Ufukta batan güneşe doğru gözünü dikmiş bakarken, hava tekrar akışkan ve kan kırmızısı bir hal aldı. Gözün değebildiği her yerde gök kıpkırmızıydı, gölgeler, zemin ve ışık kesintisizdi. Görünüşe göre yaratımın bütünlüğü hala, görünmeyen bir komutu bekler gibi devam ediyordu. Zaman, mekan ve kader hapiste gibiydiler, hala kanayan gökyüzünde. Bir süre gözünü gökyüzüne dikip öylece baktı, korkunun ve dehşetin durumuna. Gökyüzünün kırmızı rengi hiçbir gün doğumunda ya da batımında gördüğü gibi değildi. Bu renk insanındı, Doğanın değil. İğrenç bir pis kokusu ve teni vardı. O Yeryüzünün neresine dokunuyorsa yakıyor gibiydi. Günbatımının peşinde geceyi sürüklemesiyle birlikte, yıldızlar parlak kırmızı, gökyüzünü hiç terk etmeyen o renkte parladılar ve her yer korkunun ve acının gözyaşlarının sesiyle sarılıydı.

Savaşçı Ruh, Büyükbabaya tekrar göründü, ama bu sefer gökyüzünden bir ses olarak. Gök gürültüsü gibi sarstı ortalığı, “Ve bu üçüncü işaret: Kanayan yıldızların gecesi. Bu bütün dünya tarafından bilinecek. Gökyüzünün kanıyla tüm toprakların gökleri kırmızı olacak, gündüz ve gece. Artık bu üçüncü işaretle gelecek daha fazla umudun olmadığı bir yer olacak. Yeryüzündeki insanlar hayatlarını yaşadılar ve bu sona erdi. Ve artık geri dönüş yok, fiziksel ya da manevi olarak. Bunlar ikinci işaret sırasında değiştirilmezse insanlık kesin olarak bilecek ki Yeryüzünün yıkımı yakında. Artık Dünyanın Çocukları yabanıla doğru koşmalılar ve saklanmalılar. Yıldızların kanları alevlendiğinde, orada insanlar için güvenlik olmayacak.“ dedi ses. Büyükbaba ses anlatmaya devam ederken korkuyla yere oturdu: “Artık bu zaman içinde, yıldızlar kanadığında, dördüncü ve son işaret dört mevsim boyunca süren barış olacak. Bu dört mevsim boyunca onlar yabanılla iç içe yaşamalılar, Yeryüzüne ve Yaratıcıya yakın olarak. Orada sadece Dünyanın Çocukları hayatta kalacaklar, Yeryüzünün felsefesini yaşamalılar, asla insanlığı yeniden düşünmeden. Ama Dünyanın Çocukları için hayatta kalmak yeterli olmayacak, onlar aynı zamanda maneviyata da yakın olmalılar. Bu yüzden onlara söyle, üçüncü işaret yıldızlarda açıkça görüldüğü zaman duraksamasınlar, kaçmak için dört mevsimleri (1 sene) var.” Büyükbabanın dediğine göre bu ses ve gökyüzü bir hafta daha gökyüzünde kaldı ve ortaya çıktıkları gibi kayboldular.

Dördüncü İşaret

Büyükbaba mağaranın ağzında ne kadar zaman harcadığını bilmiyor, önsezi yeteneği için gelmiş olduklarını bir farklılık olarak da görmüyordu. Dördüncü işaret Büyükbabaya bildirildiğinde Sonsuz Mağaradaki son günüydü, bu sefer ses genç bir çocuğundu. Çocuk diyordu ki: “Dördüncü ve son işaret yıldızların kanamasından on kış sonra görünecek. Bu süre içinde Yeryüzü kendini iyileştirecek ve insanlık ölecek. Bu on yıl için Dünyanın Çocukları yabanıl yerlerde saklanmalılar, sürekli kamplar kurmamalılar ve insanlığın kalan güçleriyle temasa geçmekten uzak durmalılar. ONLAR SAKLANMALILAR, eski zamanlardan bir casus gibi ve insanlığın yıkımına geri dönmek isteyenlerle dövüşmeliler. Merak çoğunu öldürebilir.”

Büyükbaba, çocuk ruhuna “ve dünyanın insanlığına ne olacak?” diyene kadar uzun bir sessizlik oldu. Çocuk konuşmaya başlayana kadar yeniden uzun bir sessizlik oldu. “Bütün dünya üzerinde insanlığın hayal edemeyeceği kadar büyük bir kıtlık olacak. İnsanlığın zehirlerinin günahları suyun pisliği içinde akacak, göllerin ve akarsuların. Ürünler yanacak, insanlığın hayvanları ölecekler, ve hastalık çoğunluğunu öldürecek. Torunlar ölülerin cesetlerinden beslenecekler, her yer acının gözyaşları ve keder olacak. İnsanlığın gezici grupları diğer insanları yemek için avlayacaklar, ve su her zaman kıt olacak, ve her geçen yıl biraz daha kıtlaşacak. Toprak, su, hava, hepsi zehirli olacak, ve insanlık Yaratıcının gazabı içinde yaşayacak. İnsanlar önce şehirlerde saklanacaklar, ama orada ölecekler. Birkaçı vahşiye doğru koşacaklar ama vahşi onları yok edecek. İnsanlık ve şehirler harap olacak, ve torunlar büyükbabalarının ve büyükannelerinin işledikleri günahlarının bedelini ödeyecekler.”

“Artık orada umut olmayacak mı?” diye sordu Büyükbaba. Çocuk yeniden konuştu, “Orada sadece birinci ve ikinci işaretin olduğu sırada umut var. Üçüncü işaret sırasında, yıldızların kanaması, daha fazla umut olmayacak, sadece Dünyanın Çocukları hayatta kalacaklar. İnsanlığa bu uyarılar verilmiş olacak, eğer aldırış etmezlerse hiçbir umut olamaz. Sadece Dünyanın Çocukları kendilerini insanlığın o yıkıcı düşüncesinden temizleyecekler. Dünyanın Çocukları topluma yeni bir umut getirecekler, Yeryüzüne ve ruha daha yakın yaşayarak.” Artık her yer sessizdi, manzara temizlendi ve normale döndü, ve Büyükbaba’nın ayini bitti. Titrerken dedi ki, önümüzdeki mevsim neden seçildiğini anlamaya çalışarak dolanıp duracakmış..



Alıntıdır....

19 Haziran 2012 Salı

BÜYÜK DEĞİŞİM

HAYATINIZDAKİ BÜYÜK DEĞİŞİMLER, ANCAK BU KONU HAKKINDA ÖNCEDEN OLUŞMUŞ, KALIPLAŞMIŞ NEGATİF DÜŞÜNCELERİNİZİ DEĞİŞTİRDİĞİNİZDE GERÇEKLEŞİR... 

BUNUNLA BİRLİKTE DEĞİŞİMİN OLACAĞINA İÇTEN VE SAMİMİ OLARAK İNANMIYORSANIZ O KONU HAKKINDA DAHA ÖĞRENMENİZ GEREKEN ŞEYLER VAR DEMEKTİR... İNANMADIĞINIZ GERÇEKTEN İNANMADIĞINIZ ZAMAN, KİMSE SİZE O KONU HAKKINDA YARDIM EDEMEZ VEYA HİÇ BİR ŞEY YAPAMAZ...



14 Haziran 2012 Perşembe

Mutlu Olmak Adına Dileniyorsunuz....

ZENGİNLİK ÇOK ŞEYE SAHİP OLMAK DEĞİL, AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYABİLMEKTİR...


Hep istiyoruz, arada sırada sahip olduklarımızı da görmemiz gerekmiyor mu? Daha iyi bir araba, daha iyi bir ev, daha iyi bir hayat, daha iyi bir iş, daha çok sevgi, daha çok para ve birçok daha...


Ya sahip olduklarınız ? Neden insan sahip olduklarını görmez?


İnsanlar istiyorlar evet istemeliler buna bende katılıyorum ama neden istiyorlar bunu biliyorlar mı? Aklınızın bir an karıştığını ve bir çok düşüncenin aklınızdan geçtiğini duyuyorum. ''Nasıl bilmem tabii biliyorum'' neden istediğimi diye düşünceler geçiyor değil mi? ''Cevap nedir nasıl bilmezsin'' diyorsunuz. Cevap; Mutlu Olmak değil mi? Hatta daha çok Mutlu Olmak. 


Yanılıyorsunuz.!!!  Çünkü, mutlulukla coşkuyu, heyecanı karıştırıyorsunuz, size bu öğretildi.... Ancak bir şeyler yaparak mutlu olunabileceği verildi hepimize. Önce anne ve babalarımızdan sonra arkadaşlar ve kardeşlerimizden, okul hayatımızda, öğretmenlerden. 


Hatırlıyor musunuz acaba '' ............. yı yaparsan bende sana/seni ........ alacağım/seveceğim, cümlesini. Böyle bir eğitim hatta ben buna evcilleştirilme (http://hserdarceylan.blogspot.com/2012/02/evcillestiriliyoruz.html)  diyorum bize mutlu olmak adına formüller oluşturmamız gerektiği söyledi ve gösterdi. Şimdi hepinizin daha çok mutlu olmak adına oluşturduğunuz formülleriniz var. İyi bir tatil, muhteşem bir ev veya araba, yakışıklı veya çok güzel bir sevgili/eş ve daha birçoğu...


Hatta en yakınlarınıza, eşinize arkadaşlarınıza çoğu zaman ''Neden beni sevdiğini söylemiyorsun artık'' veya onaylanmak adına bir çok cümleler de kuruyorsunuz değil mi? Neden peki söylese ne olacak? Bilmiyor musunuz ki, söylemeli? siz yalan mı söylüyorsunuz da onaylamalı? yada söyleyince neremiz tatmin oluyor kendi kendimize. Sevildiğimizin bize söylenmesi bizi hangi şekilde rahatlatıyor?  veya tatmin ediyor? Neden ? 


Öz değerlerimiz, saygımız ve güvenimiz eksik çünkü öyle bir eğitimin olduğu kültüre sahibiz.


Biliyor musunuz bunun adı dilencilik, hoşunuza gitmedi değil mi? Ama ne yazık ki öyle. Mutluluğu dışarıda arayan herkes için öyle... 


Bir insan zaman zaman mutlu, zaman zaman mutsuz olamaz ki hadi ayağa kalkın ve tabii olur, diye bağırın. :) Yahu sen uzaydan mı geldin diyenleri duyuyorum. :)


Mutluluk, günlük yaşamın ve tatminkâr bir hayatın temelidir...


Gerçek ve kalıcı mutluluğun bu kadar nadir olmasının bir nedeni mutluluğun coşkuyla karıştırıldığı bir kültürde yetişmiş olmamızdırDurum böyle olduğunda coşkunun bize mutluluk vereceğini, mutluluk bahşedeceğini düşündüğümüz bir çeşit dürtünün peşinde hayat boyu koşar dururuz


Çok nadiren fark ettiğimiz şey ise; mutluluğu yanlış yerde aradığımızdır. Asırlar boyunca çoğu bilge, ünlü filozof insanın doğuştan mutlu varlıklar olduğuna işaret etmiştirOnlar mutluluğun zaten içimizde var olduğunu söylerler


Yapmamız gereken tek şey kalbimizden aklımıza doğru bir yol açmaktır, mutluluk içeriden doğal bir şekilde ortaya çıkacaktır


Sevgilerimle,




Serdar Ceylan

4 Haziran 2012 Pazartesi

Yaşam Ağacı

Yaşam ağacı (tree of life ) kökeni tarih-öncesi denilen devirlere kadar uzanan, başta Asya şamanist gelenekleri olmak üzere, pek çok gelenekte rastlanan bir semboldür.

Türk geleneğinde yaşam ağacı

Yakut ve Altay Türkleri’nde yaşam ağacına Dünya Ağacı da denir. Eski Türk geleneğine göre, bu, Dünya’yı ortasından (göbeğinden) öte-âleme ve Demir-Kazık Yıldızı’na bağlayan, dalları vasıtasıyla şamanlara yeryüzünden yüksek âlemlere yolculuk yapma olanağı sağlayan bir ağaçtır. Buna Demir Ağaç da denir.

Şamanist geleneğe göre, Dünya, “Göğün göbeği” ile bu ağaç sayesinde irtibat halinde olup, bu ağaç ile beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahip bulunuyorsa yeryüzü için de bu irtibat kanalı aynı derecede öneme sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla Türk Şamanizm’inde Dogon tradisyonunda da görüldüğü gibi, bu irtibatı ifade etmede “göbek” sözcüğü tercih edilmiştir. Gerek Dogon gerekse eski Türk geleneğine göre, göğün göbeği bir yıldızdır. (Gök sözcüğünün şamanizmde üç anlam içerecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Altay şamanı Tanrı Ülgen’e seslenirken aynı cümlede bir ayrım yaparak “ulaşılmaz mavi gök”, “erişilmez ak gök” ve “dönen yıldızlı gök” der ki, bu üç ayrı terimin gökyüzünü, spiritüel göğü ve uzayı ifade etmek üzere kullanıldığı ileri sürülür.)

Ural-Altay kültürlerinde gök katları, yaşam ağacı, kayın ağacından yapılma bir direk üzerine ya da bir kayın ağacının üzerine kertikler açılarak temsil edilir. Orta Asya’da kutsal kayın ağacına açılan bu kertiklerin sayısı 7,9 veya 12 olur. Sibirya’da yaşam ağacını ve yerin eksenini aynı zamanda, şamanın transa geçtiği çadırının ortasındaki kayından yapılmış direk temsil eder. Kayın ağacına verilen önem, Türkler’in akrabalık bağlarını gösteren isimlerde de “kayın” sözcüğünü kullanılmasıyla görülür (kaynata vs.).

Altay şamanının uçuş denilen trans deneyiminde son gök katına varabilmesi yedi, dokuz veya oniki katla ilişkilendirilen bu yaşam ağacına tırmanmasıyla ifade edilir. Bu ağacın sekiz dallı olarak belirtildiği Yakut geleneğinde Yerin Göbeği’nden çıkan, çiçek açan bu ağacın tepe kısmının köpüklü, sarı, insanlara şifa verici bir sıvı içinde olduğu ifade edilir. Sibirya Şamanizm’inde yaşam ağacı 7’nin yanı sıra 8 ve 12 sayılarıyla da ilişkilendirilir.

Abakan ve Moğol geleneğinde de görülebileceği gibi, Asya şamanist geleneklerinin birçoğunda yaşam ağacı “Dünya Dağı” kavramıyla ilişkilendirilir; ağaç dağın ya ortasında ya da tepesinde bulunur. Yine, Asya şamanist geleneklerinin birçoğunda, özellikle Orta-Asya, Sibirya, Moğol ve Endonezya mitolojilerinde, bedensiz varlıklar, yani bedenlerini ölüm olayı ile terk etmiş ruhlar ve tekrar doğmaya hazırlanan ruhlar, genellikle yaşam ağacının dallarına tünemiş, bekleşen küçük kuşlar olarak tasvir edilirler. Örneğin, Altaylılar “Yeryüzünde tekrar doğmayı bekleyen insan ruhları göklerdeki, göksel ağacın dallarındaki küçük kuşlar gibidir” derler. Turukhansk Yakutlar’ı geleneğine göre, Yaratıcı ya da ışığın yaratıcısı olan Yüce Varlık, ilk şamanı yarattığı zaman gökteki makamından sekiz dallı bir ağaç dikmiştir ki, dallarındaki kuşlar O’nun çocukları olan ruhları temsil ederler.

Hint geleneğinde yaşam ağacı

Ruhların yaşam ağacı dallarına konmuş kuşlarla simgelenişi Hint metinlerinde de mevcuttur. Örneğin, ruhların bedenden bedene göçen göçmen kuşlara benzetildiği Upanişadlar’da bulunan bir sembolizmde yaşam ağacına tünemiş iki kuştan biri meyveyi yerken, öbürü bakar ki, bu iki kuştan (Atma ve Jivatma) meyveyi yiyen “reenkarne olmuş, aktif haldeki ruh”u, öteki kuş ise bedensiz ruhu simgeler. Hint geleneğindeki bir başka yaşam ağacı, yayıktaymış gibi çalkalanan süt denizinde bulunan Boddhi ağacıdır. Bir Angkor yazıtına göre, Boddhi ağacının kökleri Brahma, gövdesi Siva, dalları Vişnu’dur. (Kimi versiyonlarda ise ağaç Siva’dır, Brahma ve Vişnu dallarıdır. )

Diğer geleneklerde yaşam ağacıı

- Çin geleneklerindeki yaşam ağacı (Kiyen Mu) dokuz dallı, dokuz köklü, dokuz göğe ve dokuz kaynağa dokunan bir ağaç olup, ölülerin bulunduğu öte-âlemi de içerir. Çin geleneğinde ayrıca, meyvesi ölümsüzlük sağlayıcı şeftali olan si-wangu-mu ağacı bulunur.
- Kafkas geleneklerinde, tepesi göğe değen bu ağacın kökünden bir pınar fışkırır.
- İsmailî gelenekte yedinci göğü aşan bir ağaçtır.
- Yaşam ağacı sembolü Urartu, Hurri ve Frig eserlerinde de görülür. Frigya eserlerinde yaşam ağacı sekiz dallıdır.
- Eski Mısır geleneğinde de yaşam ağacı Şamanizm ve Hint tradisyonlarındaki gibi ruhların kuş biçiminde tünedikleri bir ağaçtır. Gök ilaheleri Hathor ve Nut bu kuşları su ve meyve ile besler.
- Tevrat’ta, Aden’le ilgili sembolizme konu olan iki tür ağaç vardır; biri dört kollu ırmağın aktığı Aden cennetinin ortasındaki yaşam ağacı, diğeri ise hakikat ağacıdır. (Hakikat ağacı kişinin meyvesini yediği gün öleceği “iyi ile kötüyü bilme ağacı” olarak belirtilir.)
- İbrani geleneğine göre yaşam ağacı, meyvesi ölümsüzlük sağlayan öyle bir ağaçtır ki, kendisinden semavi tesirin tüm alemlerle temasını sağlayıcı bir çiy çıkar.
- Hıristiyan gelenekte yaşam ağacı sembolizmi İncil’in vahiy denilen, Yuhanna’nın Vahyi kısmında görülür. Yuhanna’nın bu vizyonunda yaşam ağacı,12 defa meyve veren, yaprakları ulusların şifa bulmasını sağlayıcı bir ağaç olarak belirtilir ( Vahiy, 22/2). Ayrıca İsa Mesih'in çarmıhı alegorik olarak yaşam ağacını simgeler.
- İslamî gelenekte, kökleri Göğün yedinci ve son katındaki Sidre’den çıkan Tuba (huzur, mutluluk) ağacı simgesine rastlanır.
- Zerdüştçülük’te bir denizin derin sularından çıkan, ölümsüzlük sağlayıcı gaokerena ağacı.
- Eski İran geleneğinde Haoma olarak bilinen ölümsüzlük besininin edinildiği yaşam ağacı.
- Yaşam ağacı simgesine rastlanan diğer geleneklerden bazıları olarak, Lapon, İzlanda, İskandinavya, Finlandiya, Avustralya gelenekleri sayılabilir.

Yaşam ağacı sembolizminin ezoterizmdeki açıklamasıı

Yer, Yeraltı (öte-âlem) ve “spiritüel Gök”ten oluşan üç ortamı birbirine bağlayan ekseni temsil eden yaşam ağacı ezoterik bilgilere göre alemler-arası irtibatı simgeler; yani, yeryüzü, öte-alem denilen süptil (esîrî) plan (spatyum) ve semavi alem (tezahür etmemiş alem) arasındaki irtibatı, her bakımdan simgeler. Fiziksel alem olan yeryüzünün semavi alem tarafından yönetilmesi ve prensipten tezahüre doğru yoğunlaşma olgusu, kökleri semavi alemden çıkan ters ağaç sembolüyle belirtilmiştir. Bu yüzden birçok gelenekte yaşam ağacı kökleri yukarıda, dal ve yaprakları aşağıda olarak tasvir edilmiştir. Yaşam ağacının ters yapılışına İbranî gelenekte (Zohar’da), Türk ve İslam geleneklerinde (Tuba ağacı), Upanişadlar’da, Sabiîlik, Lapon, İzlanda, İskandinavya, Finlandiya, Avustralya ve Hint geleneklerinde rastlanır. Dante’nin İlahi Komedya eserinde değindiği cennetteki ağaç da terstir. Upanişadlar’da (Brahma’nın tezahürü olan Aswattha ağacı), Vedalar’da ve Bhagavat-gita’daki ters yaşam ağaçları daha ziyade prensipten tezahüre doğru yoğunlaşmayı simgeler.

Ayrıca kimi geleneklerde, ikincil semboller olarak, yaşam ağacının dallarında kuşlar bulunduğu ve ağacın ölümsüzlük sağlayıcı meyvesi ya da sıvısı olduğu belirtilir ki, burada kuşlar doğacak ruhları, ölümsüzlük kazanma ise ruhsal gelişimin hedefi olan, doğum-ölüm çemberinden kurtuluşu simgeler.

Alıntıdır...

Yaşam Enerjisi

Hepimizin ruhu adına chi de denilen yaşam enerjisi ile beslenir. Yaşam Enerjisini besinlerden, sudan, doğa yürüyüşlerinden, içimize çektiğimiz havadan ve ruhsal olarak sakin pozitif olmak ile alırız. 

Günde en az 2,5 litre su, yemeklerimize en az 45 dakika zaman ayırmak, günde en az 45 dakika doğada yürüyüş yapmak, günde en az 30 defa x 5 kere derin nefes almak ve koşulsuz mutlu sakğn ve pozitif olmak ruhumuzun en önemli besini olan yaşam enerjisini diğer adıyla CHI yi bize sağlar.

Eğer bu saydıklarımın bir kaç tanesini yapmıyorsanız o zaman üzülerek belirtmeliyim ki olumsuzluk, negatif olmak ve tartışmalardan besleniyoruz demektir ki bu hiç de hoş değildir. Bilmeden yaptığımız, bu durumda karşı tarafta bulunan kişiler ile özellikle tartışma ortamları yaratırız ki ortaya çıkan durum negatif chi olarak size geri döner.

Ne yazık ki yapmak zor, dağıtmaya çalışmak çok kolaydır. Yaşam Enerjisi ruhumuzun besin kaynağı olduğundan bu konuya hassasiyet ile eğilmek gerekir.

1 Haziran 2012 Cuma

Motivasyon Teknikleri


  1. Hayatta ne yapmak istediğinizi belirleyin. 
  2. Tutkularınızı, yeteneklerinizi, kapasitenizi tanıyın. 
  3. Olumsuz alışkanlıklarınızı yenmeyi öğrenin. 
  4. Her gün kendinize bir hedef belirleyin. Uzun ve kısa vadeli planlarınız olsun. 
  5. Rüyalarınız ve arzularınız olsun. 
  6. Kendinizi adadığınız bir işiniz ve ekibiniz olsun. Başka insanların hedeflerinin gerçekleşmesine de yardımcı olun. 
  7. İş hayatınızda hiç olmaz ise %50 verimli olsun.
  8. Stresi atmayı, sakin düşünme ve hareket etmeyi öğrenin, stres düşürme teknikleri öğrenin.
  9. Her günkü hayatınız anlamlı ve neşeli olsun. 
  10. İlham kaynaklarınız olsun. Hayal gücünüzü ve rüyalarınızı asla öldürmeyin. En önemli motivasyon güçleri onlardır. 
  11. Hayatınızda hedef koymayı ve onlara ulaşmayı bilin.
  12. Enerji ve güç artırmayı bilin. Olumsuz havadan hemen kurtulmayı öğrenin.